0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
867
Okunma
Asi bir aşk darbesiyle, yıkılmış sevdalardan,
Çamur yüklü yağmurlar dolmuş sarnıçlara.
Antik ber kent oluşturulmuş, mitolojik bedenden,
Hüzünler acılar bir bir eksilmiş alfabelerden…
Buhrandan yüreğim ağzımdan çıkacak gibiyken …
Zifiri renkte kaç gece geçip gittimiştir kim bilir ?,
Ağız tadıyla sarı saçlı ince belli bir yıldırım bile,
Düşmemiştir bir deri bir kemik kalmış ellerime,
Şimdiler de kül rengi entarisinin içindeki
Gece yarasaları acıtmaya başladı sesimi.
Bu yüzden oluk oluk şiir sağıyorum
Anaç kuşların memelerinden,
Senden başka hiçbir dertle
kapatmıyorum aklımın perdesini.
Şayet; renk renk, çiçek çiçek balkonlarda,
Ağzını dudaklarımın hapishanesi edebilseydim
Gökteki ay parçasına asılı bir şavk olurdun sen..
O zaman geceler yapraklarını büyütürdü ağaçların
Kırkını doldurmamış çocuk kundaklarında,
Gökyüzündeki ay bile çakılı kalırdı
Boynunun göğe avuç açmış kısımlarına.
Oysa sen ne idin….
Ne idin benim gözümde…
Sen ağır bir aşktın, tomurcuk bir güldün,
Antik kentime yakışan eski bir madalyondun.
İşte böyle…
Gönlünde gün ışığı saklı,
Gözleri güneşi kıskandıran kadın…!
Sen ölüm zamanlarda acılı ağıtlar besteleyen,
Ses tellerine as artık ıslak gülüşlerimi
Gün gün katlanmış bin parça hüzüne
bırak benim bakışlarımı…
Öyle ya nasılsa gülüşlerim bir çiçek
İçimde ki denize aç martı merakı, geçecek…
Anıların kısırlaştırıldığı bir zamanda!
Siyahlarımın içine siyahlar düşecek.
Tükeneceğim yavaş yavaş bak gör gözünle…
Senin aşkında çarpıp çıkacak hayatı yüzüme
Gene çoğalacağım içimde devasa bir hüzünle…!!
Müşteba Güneş