17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1498
Okunma


Yaz aylarında,Temmuz da,Ağustosta sarı sıcaklar köyün,köylünün üstüne bir başka çökerdi.Küçük dereleri kurutur, akan suların dermanını keserdi.Elde kalan sular toprağın aç karnını doyurmaya yetmezdi. Ekilenler,dikilenler suçlu çocuklar gibi boyunlarını bükerler mahsun mahsun beklerlerdi.
Gözler kararır, bu hısımdır,bu akrabadır, bu arkadaştır denilmez, ağız dalaşları, küslükler kavgalar olurdu su yüzünden...
Eli iş tutanlar kollarında yemek çıkınları, omuzlarında aletler akın akın kör sabahttarlalara giderler, güneşi batırmadan da dönmezlerdi.
------------------
Evimizdekiler tarlaya, büyük ağabeyimde su sırası geldiği için bahçeye gitmişti. Ninemle ben evimizin önündeki dut ağacının gölgesinde oturuyorduk. Ninem dinleyip dinlemediğime,anlayıp anlamadığıma bakmadan yine dedemi anlatıyordu.
Karşıdan koşarak büyük ağabeyim geldi.Ter içindeydi. Benzi sararmış,gözleri büyümüştü.Kollarımızdan tuttu.
"İçeri nine içeri. Hadi gardaş sen de..."
Peşinden babam,anam, ağabeyim, kucağında çocuklarıyla yengelerim geldiler. Onlarındabüyük ağabeyimden farkı yoktu.Telaşlıydılar. Bir korku gelmiş, gözlerine oturmuştu. Ne oluyordu bilmiyorduk. Ninem de, bende şaşırmış korkmuştuk.Babam;
" Kapıyı oğlum kapıyı, kapatın,kilitleyin" dedi.
Çok sürmedi. Dışarıyı bir gürültü, bir patırtı aldı. Küfürler ediliyor, camlarımız,kapımız taşlanıyordu.
Babam;
" Susun ses çıkarmayın, aman ha... aman haa..." diyor , bizi sakinleştiriyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorduk. Silah sesiyle irkildik.Bir ses:
"Dağılın, dağılın muhtar köylüne sahip çık. Dağılmazsanız sonu kötü olacak. Bak uyarıyorum. "
diye bağırdı.
Sonra kapımız sert sert çalındı.
" Açın kapıyı jandarma"
Babam açtı kapıyı.
" Halil hanginiz"
Ayağa kalktı ağabeyim. Titriyordu.
" Uzat kollarını"
Kelepçe takıp götürdüler ağabeyimi Peşinden bir ağıt tutturdu evdekiler. Ben de ağlıyordum.Niye ağladığımı bilmeden...
Sonradan öğrendik. Ağabeyim su yüzünden kavga etmiş. Elindeki su kürek ile vurmuş karşısındakine. Başına gelmiş, orada düşüp ölmüş.
Günlerce dışarıya çıkamadık. Evdekiler elleri şakaklarında düşünüyorlar, sessiz sessiz ağlıyorlar
konuşmuyorlardı. Bir büyük keder evimizi sarmış, bizleri dilsiz etmişti.Bir gün Babam :
" Buradan gidelim ana. Neyimiz varsa satıp gidelim. Bunlar canlarına can isterler.Büyük oğlan hapiste. Diğerini de onlara kurban veremem. Şehirde iş bulur çalışırız.Şu küçük yavrularda büyürler, okurlar kim bilir belkide büyük adam olurlar" dedi.
Ninem bağırdı.
" Gitmem. Bir yere gitmem ben. Burada doğdum,burada ölürüm."
Babam ne dediyse de ninemi razı edemedi. Sonunda onu dinlemekten vaz geçti.
Amcam çağrıldı. Neyimiz var,neyimiz yok ucuz,pahalı denilmeden ona devredildi. Elde kalan bir kaç eşya
bulgurumuz,unumuz eski bir kamyona yüklendi. Bizde eşyaların üstüne oturduk. Bir taraftan yağmur yağıyor, bir taraftan da hepimiz yağmura inat ağlıyorduk. Göz yaşlarımız yağmura karışıyordu.Köyden ayrıldık.Köpeğimiz "Alaburun" asfalt yola kadar kamyonun arkasından koştu.Sonunda umudunu kesip durdu. Biz gözden ırayıncaya kadar arkamızdan baktı. Aslında kamyonla giden biz değil kökünden sökülmüş koca bir çınardı. Bu çınar şehirde yine kök salacak,yine yeşerecek miydi? Şehrin toprağını, havasını,suyunu,güneşini sevecek miydi?
Bekleyip görecektik...
9 MART 2010