6
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
559
Okunma
“Çok dostu olanın hiç dostu yoktur.” Severim bu sözü. Etrafımızda dost görünen o kadar çok insan var ki. Bazısı için canını verirsin. Bazısı için de canım sıkılmasın diye konuşursun. Benim gerçek dost sayım bir elin parmak sayısını geçmez. Onlardan biri de Kartal’dır. Aradı beni:
“Abi çok özledim seni. Ziyaretine geleceğim.”
“ Gel Kartal’ım. Başım gözüm üstüne.”
Asıl adı Kartal değildir. Ben ona Kartal derim. Endüstri mühendisi. Askerliğini yapmak için, yedek subay olarak birliğimize atanmıştı. Ben emekli olmadan Hava Kuvvetlerinin bir projesinde onunla beraber çalıştık. Akıllı, mert dost canlı biriydi. Birbirimizi sevdik. Ben emekli oldum. O terhis oldu. Ama dostluğumuz, irtibatımız hep devam etti. Şimdilerde tanınmış bir giyim firmasının fabrika müdürü.
Çıktı geldi Kartal. Sevindim. Sarıldık hasret giderdik. Gelirken de fabrikanın bulunduğu şehrin yöresel ürünlerinden getirmiş. Birbirimize nazımız geçer. Takıldım ona:
“Yahu Kartal sağ ol, var ol da bu getirdiklerinin hepsi var burada. Madem benim gönlümü hoş etmek istiyordun. En son konuştuğumuzda mont imal ediyoruz demiştin. Koca müdürsün. Şöyle havalısından bir tarafında ürününüzün markası, diğer tarafında da BEDROS yazan bir mont getirseydin ya?”
Sevgiyle baktı yüzüme. Gülümsedi:
“Abi mont dediğin nedir ki? Hemen şimdi çıkalım. Beğendiğin montu alayım. Ama ben fabrikadan iğne çıkarmam. Sana yaşadığım bir olayı anlatayım da dinle”:
Askerlik bittikten sonra bu fabrikada bölüm şefi olarak işe başladım. Henüz gençtim, tecrübesizdim. Bir süre sonra çalışanlardan bir kişi bana geldi:
“ Şef filanca kişi neredeyse her gün atölyeden cebine fermuar, düğme çıt cıt koyup götürüyor. Haberiniz olsun.”
Çağırdım adı geçen kişiyi. Hiçbir suçlama yapmadan:
“Bu atölyedeki malzemeler bizim değildir, bize emanet edilmiştir” içerikli bir konuşma yaptım. O benden daha hararetli, beni doğrulayan bir konuşmayla cevap verdi.
Acaba bana şikâyete gelen çalışanla aralarında bir sorun mu vardı? Takip ettim. Anlatılanlar doğruydu. Fırsat buldukça atölyeden bir şeyler götürüyordu.
Bir gün dinlenme arasında bir kumaşı beline sardığını gördüm. Artık yaptıklarının hoş görülecek, göz yumulacak tarafı kalmamıştı. İlgililere bildirdim. Fabrika çıkışında onu durdurdular. Gömleğini sıyırdılar. Görevliler kumaşın ucundan tutup çektikçe topaç gibi dönüyor, bir taraftan da:
“Allah… Allah… Bunu da belime kim sardı ki” diyordu. Hem hırsız hem de arsızdı.
Suç delilli, ispatlıydı. İlişiğini kestiler tabii. Eşi de fabrikada işçiydi. Onun da işine son vereceklerdi. Ben itiraz ettim. Ceza suçu işleyene verilir. Eşinin suçu sadece onun eşi olmak. Vaz geçtiler.”
“Abi şimdi ben bu fabrikanın müdürüyüm. Yöneticisiyim yani. İstesem bir değil on montta götürürüm. Ama etik olmaz. Suçtur, günahtır. Yöneticiler de denetlenmeli.
Benim bir görevimde fabrikadan bir iğnenin usulsüz olarak çıkarılmasını önlemektir. Ama bir de şu var. Eğer delilin, ispatın yoksa suçlamakta çok yanlış, kişinin onuruyla oynamaktır.”
“Abi tekrar söylüyorum gidelim sana bir mont alayım. Hem sana bir hatıram olur. Hem ben de bir sevdiğime hediye vermenin zevkini yaşarım.”
Çok ısrar etse de kabul etmedim. Dediğime, diyeceğime pişman olmuştum.
Bir yandan da mert, prensipli, doğru bir dosta sahip olmanın gururunu yaşıyordum.
Birkaç gün daha kaldı ben de. Gezdik, yedik içtik. Yolcu ettim dostumu.
Seni seviyorum Kartalım…
5.0
100% (3)