8
Yorum
20
Beğeni
0,0
Puan
673
Okunma

Ayna karşısındayım. Tereddütsüz bir boşluğun kaşını kaldırdığı an. Kendi sesim, taştan duvarlara çarpıp paramparça geri dönüyor. İnce, çatlak yankılar; hepsi ruhumun en eski sandığından fırlamış kırık oyuncaklar gibi.
Bakışlarımı kaldırıyorum o yansımaya. Benden daha net, daha diri, ama daha soğuk. O, ben değil; o bir başkası. Unuttuğum ismimin içinde kümelenmiş bir leke.
“Sen kimsin?” diyorum. Çivisi çıkmış bir soru bu; nereye tutunsa çöküyor.
Gülüyor o. Kendini kendine hediye eden biri gibi, rahatça.
—- Ben, zamansız bir yanık kokusuyum, diyor. Unutulmuş bir isim değilim, çünkü hiçbir zaman bana bir isim takılmadı. Ölümsüzlük mü? Bak, o bir gölgedir. Hafızaların çürüdüğü yerde bile sızar. Sen bunu bilemezsin; sen hep ölerek var olduğunu sandın.
Parmakları uzanıyor; camı parçalayan bir kuş gibi. Tam benden bir adım önde.
“Unutulmak neyin ölümsüzlüğü?” diye inliyorum. Susmuyor. Susmayan kelimeler, bir mezarın taşını oyan kökler gibi siniyor odanın içine.
—- Unutulmak, bir başka yansıma; eksilerek büyüyen. Ölümsüzlük ise unutulmanın bile uğramadığı bir delik. Sen, varlığını hatıraların taş duvarlarına yasladın, ama o duvarlar da çöküyor. Kendini unutmak, ölmek değil; kendine dirilmek. Anlayamazsın.
Ellerim titriyor. Aynadaki o ben’in gözlerinde bir boşluk var; derin, dipsiz, karanlık. Korkuyorum. Aynayı izlemeye devam ettikçe, o benden daha gerçek oluyor, bense bir başka ben’e dönüşüyorum: silik, silikleşen bir gölge.
“Ben kayboldum,” diyorum. Sesim, kuyunun dibinden kopmuş gibi. “Adımı unuttum.”
—- Sen, kendini bıraktın, diye fısıldıyor. Çünkü sen bir isim taşıyamayacak kadar hafifledin. Adın, cehennemini sırtlanacak kadar güçlü değil. Boşlukta yutuldun; aynaya bakmak bir bedel. Aynaya ne kadar uzun bakarsan, sen o kadar fazla boşluk olursun.
Gözlerimi kapatıyorum. Tırnaklarım avuçlarımı deliyor. Ciğerimde eski bir yangının küllerini hissediyorum. Konuşmam gerek; susarsam yok olacağım.
“Ateşi anlat bana,” diyorum. Sesim bu kez kısık, bir ağıttan arta kalmış gibi. “Ateşte yanıp kül olanı.”
—- Ateş, bir dönüşüm. Senin anlamadığın bir ritüel. Seyrettin hep; kendini ateşin karşısında ayakta tuttun. Oysa yanmadıkça yeniden doğamazsın. Kendini ateşe atacak cesaretin yoktu; sen, kendi yangınını uzaktan izleyen korkak bir gözlemcisin.
Kelimeler savruluyor; zihnimin tozlu koridorlarında yankılanıyor. Her kelime, içime bir kapı açıyor. Her kapının ardında aynı oda: bir sandalye, bir ayna ve ben.
“Ölümsüzlük burada mı?” diye soruyorum.
Yansımam güldüğünde, o gülüş bıçak gibi parçalıyor havayı.
—- Hayır. Ölümsüzlük sende. Sen silinirsen, sen adını unutur, bütün varlığını boşluğa teslim edersen, işte o zaman sonsuz olursun. Çünkü hiç kimsenin hatırlamadığı şeyler aslında hiç yok olmaz.
Yavaşça geri çekiliyorum. Her adımda odanın soğukluğu tenime yapışıyor. Aynadaki ben, artık benden uzak değil; içimde, soluğumda, damarlarımda akıyor. Cam buğulanıyor, silmeye çalışıyorum, ama izler kalıyor. İzler hep kalıyor.
“Adımı unutmak,” diyorum kendi kendime. Sesim boğazımda düğümleniyor.
-- Adını unutmak, özgürlüktür, diye fısıldıyor o. Varlığın, başkalarının hatıralarında bir yük. Kendi hafızandan bile sıyrılırsan, işte o zaman özgür olursun. Özgürlükse, ölümsüzlüğün en saf halidir.
Karanlık büyüyor; içimde bir mum sönüyor. Odanın duvarları daha da daralıyor. Ya ben ona yaklaşıyorum ya o bana. Kendimi izliyorum: yavaş yavaş eriyen, silinen, tükenen bir yankı.
Ve son duyduğum şey, aynanın içinde yankılanan o cümle: Adını unutmak.