5
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
582
Okunma

Yazamıyorum.
İmkânı yok yazamıyorum. “Demek ki yazmanın gereği öyle” diyorum kendi kendime, ama yazamıyorum. Tıpkı yazılanları okuyamadığım gibi, tüm çabalarıma rağmen, birkaç kelimeden öteye yazamıyorum.
Kel olsa ağacın dalından yaprağın yere düşmesine kadar olan süreçten yazı çıkarır.
Ben yazamıyorum.
Sene 85, okulu bitirdim Ankara’ya geldim.
Ankara’daki akrabam rahmetli Bekir abi beni bir mimarın yanına götürdü. Vecihi Bey’in yanına.
Oturduk konuşuyoruz.
Vecihi bey eline kâğıt kalem aldı, başladı çizim yapmaya. Bir koltuğun kesitini çiziyor. En altta iskeleti, onun üzerinde sünger, vs. en üstte kumaşı. Eyvah eyvah diyorum kendi kendime. Bizim İnce Yapı dersimize giren Erol Tugal döşeme kaplamalarını, kapıları, pencereleri gösterirken eksik göstermiş. Kaba yapıya giren Tahir Hoca çatı çözümlerini falan boşuna öğretmiş. Şehircilik dersimizin hocası Ahmet Alkan’ın çabaları gereksizmiş.
Tüm bunlar geçiyor aklımdan.
"Burada mimar olmak başkaymış demek ki!" diyorum kendi kendime.
Arada Vecihi Bey kendisinin teknik ressam olduğunu ağzından kaçırdı. Harbiden ressam ama. Eli o kadar yatkın ki!
Mimarlık efsanesi de o gün sona ermiş oldu.
Sonra 2 kat yukarısında bulunan bir inşaat firmasına götürüp beni tanıştırdı. Öylece ilk şantiye şefliğime adım atmış oldum onun sayesinde. Allah razı olsun.
Yazamıyorum işte. Nereden nereye gittik.
Hayır az buçuk şiir yazmışlığım var.
Yazı yazmışlığım var.
Yazılarımdan da şiirlerimden de güne gelenler var ama yazamıyorum.
Yazma kapasitem şu okuduklarınız kadar.
Benim adım Hıdır, elimden gelen budur vesselam.
İyi bayramlar.
Suat Zobu