13
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1170
Okunma

Bu gün televizyonda kanal kanal dolaşıyorum. Hangi tuşa bassam bir kavga; biri “benim dediğim doğrudur“ diyor. Öteki ”hayır sen yalan söylüyorsun. Doğrusu budur” deyip dakikalarca konuşuyor.
Halk bigâne değildir. İyi de ortada, iyi olmayan da. Bazen; “Hayır öyle değil” diye bağırıyor, bazen de ”evet doğru söylüyor” diye ayakta alkışlıyoruz.
Ne oluyor bizlere? Ya da bizlere ne yaptırılmak isteniyor?
Hiç sevmem siyaset tartışmasını. Siyaset insanı dostundan eder zira.
Senin görüşün sana, benim görüşüm bana…
Sen bir fertsin. Düşüncelerin, görüşlerin var. Zaten toplumlarda parti denilen olay da bir birine yakın düşüncelerin bir çatı altında toplanması değil midir?
O da haklı olabilir, ötekisi de. Belki ikisi de yanlıştır. Ancak doğru tek ve değişmezdir.
“Amannn bıktırdılar artık” dedim. Bastım kumandanın tuşuna TRT müziği açtım. Orada bir türkü:
Dam üstünde çul serer
Bilmem yar kimi sever
Onun bir sevdiği var
Günde on çeşit giyer
Girsem yârin koynuna
Sabahtan öldürseler
Nakaratları geçtim.
Hepimiz bazen şiirler yazıyoruz. Genelde de aşk şiirleri oluyor yazdıklarımız.
Öyle anlatıyoruz ki aşkı, kelimelere bazen perendeler attırıyor, ip üstünde cambazlık yaptırıyoruz.
Tabii yazdığımız şiirlerin de kendine has güzelliği, anlamları var. Niyetim şiiri eleştirmek değil.
Bu türküyü dinleyince şöyle düşündüm:
Anadolu’da bir köy. Köyün bir delikanlısı, aynı köyden bir kızı seviyor. Örf adet izin vermiyor ki
“ Ben seni seviyorum” diyebilsin. Geriden bakıyor sevdiğine. Sevdiği kız toprak damın üstüne evin çullarını seriyor. Çulların gerçekten serilmeye ihtiyacı var mı? Aslında yok. O sevdiğine görünmek istiyor.
Küçücük kerpiç evinin küçücük penceresinden bakıyor oğlan.
“Acaba bana mı görünmekti niyeti? Yoksa başka bir sevdiği mi var? Her gün elinde ne varsa birini giyiyor, birini çıkartıyor.”
Hayallere dalıyor oğlan:
“ Önce anama söylesem. O da babama söylese bir tahta kutulu lokum alıp istemeye gitsek. Ben abimin ceketini, uzun yakalı gömleğini giysem. Büyükler konuşurken arada bir çay getiren sevdiğimle kaçamak bakışsak. Kız istense pazarlıkta anlaşsalar."
Babam:
“Dünür, sözüm söz. Harmandan kalkınca gelinime şart koştuğun bilezikleri de alacağım. Şimdi söz kestik. Evdeki dişi danayı da ona bağışladım."
"Bahar gelse, düğün kurulup, çifte davullar vurulsa, zurnacılar Köroğlu havasını çalsalar. Daha sonra
gençler halaya kalksalar. Halay başının elinde kırmızı bir mendil. Kol kola girmiş yiğitler halay çekseler. Bazen eğilip toprağı sökseler, bazen yükselip bulutları tutsalar. Ortada bir ateş yansa, gençler sin sin oynasalar. (Amasya’nın bir oyunu)."
"Usuldendir. Gelen misafirler zarfa para koyarlar. En çok parayı koyan damadın kınasını yakar. Düğün evinde zarflar açılır Az para koyanlar elenir. Genelde İki zarf kalır geriye. Ağırlıklı misafirler bir birini kollar tahminde bulunurlar. Bazen beş kuruş, bazen bir tek sigarayla kına yakma hakkı kazanılır.
Kınam yakılsa, düğün bitse."
Bu türküdeki damadın hayali budur.
Sevdiğiyle yaşamaktır. Ölüm geri dursun. Ama yine de:
GİRSEM YÂRİN KOYNUNA
SABAHTAN ÖLDÜRSELER
Der….
Bu türkü başka şekilde de kurgulanabilir.
Mesela; kız başkasını sevmiş oğlan bunalımlara girmiş falan.
Ben hayata baktığım gibi yorumladım. Her zaman yarısı dolu bardak…
Saygılarımla...