10
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1014
Okunma

Geçtiğimiz bayramın birinci günü sabaha karşı vefat etti kayın validem. 88 yaşındaydı. Beş yıldır da yatalak, üstelik Alzheimer hastası. Bakana da zor, çekene de. Niye yalan söyleyim.
“Allah’ım emanetini al artık” diye dua ettiğimiz de olmuştur. Cemal Süreya ÜSTÜ KALSIN şiirinde:
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın
Demiş ya. Bu şiirin değeri daha da anlam buldu bizlerde. Kayın valideyle sağlığındaki yaşananlar, sözleri, hatırlanıyor, üzülüyor, ağlıyoruz. Her ölüm erken ölümmüş meğer.
Dört torunum var benim. Her birisi ekmek üstü kaymak tadında. Fakat en küçük torunum kaymağın üzerinde bal sanki. Onu bir başka severim. Usludur, uyumludur, gani gönüllüdür, kanaatkardır.
Cenazeyi kaldırdık. Herkesin işi gücü var. İşlerine gidecekler. Büyük kızım:
“Anne; henüz okullarda kapalı, İsterseniz Gökalp sizinle kalsın. Size moral olur.” dedi.
Sevindik.
Her yara kapansa da, ölüm yarası geç iyileşiyor. Ama izi de kalıyor. Anneannesi ağlayınca o da ağlıyordu.
-Fabrika ayarları- diye bir söz var ya, her ne kadar teknik bir terim olsa da seviyorum bu söylemi.
Bir de şu ; -ölen ölür, kalan sağlar bizimdir- .
Acıyı hafifletmek lazım. Neşemiz, moral kaynağımız, tek tesellimiz torunumuz bizim. Uğraşımız anneannesine moral verip, acısını hafifletmek.
“Hadi kuzum, Şahinim gidiyoruz.”
Nereye gidiyoruz? Ben niye geliyorum? Diye sormaz. Benden evvel çıkar kapının önünde bekler.
Çarşıda bir işim olsa, markete gidecek olsam, O hep benim yanımdadır.
Askerin türküsü –YAYLALAR ‘ı- öğretmiştim ben ona. Bir yere yürüyerek gideceksek tutarım elinden uygun adım yürürüz.
Bir gün türkümüzü de söyleyerek markete gidiyoruz. Neşemiz yerinde.
Peşimizde hızlı adım sesleri. Dönüp baktık. Yetişti bize. Genç birisi. Omzumdan tuttu.
“Amca… Amca… Babam… Babam öldü biliyorsun değil mi? Haa tanıdım seni. Sen babamın arkadaşıydın, cenazesine de gelmiştin”
Tanıdığım birisi değil. Tavırlarından anladım. Normal de değil. Ne yapmam lazım?
Torunum da ben de şaşırdık. Hatta korktuk bile.
Bütün sevecenliğimle:
“Tabii ben babanın arkadaşıyım. En son gördüğümde iyiydi. Ne zaman öldü ki baban?”
“Amann amca… Cenazesine gelmiştin yaa?"
“Haa… Sen benim can dostumun oğlusun, karıştırdım. Çok severdim babanı. O da seni çok severdi. Hadi daha sonra görüşürüz.” Dedim. Kurtulduk elinden
O koşarak ayrıldı yanımızdan ileri de bir başkasının omuzundan tuttu. Belki de aynı şeyleri anlatıyordu.
Bir yürek yangını vardı ortada. Ya benzin dökülecekti ya da su.
Torunum çok korkmuş, çok etkilenmişti. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
Market yolu üzerinde bir parka götürdüm O nu, kanepeye oturduk. Boşalan bir zemberek gibi, birden başladı sesli sesli ağlamaya. Gözyaşları yağmur oldu. Sesi bulutlara ulaştı. Sarıldı boynuma;
“Sen… Sen… Ölme emi dede.”
“Nereden çıkardın şimdi ölümü? Niye öleyim ki? Hani sen; dedem de havacı, babam da, ben de pilot olacağım, sen de göreceksin diyordun? Ne oldu şimdi?
“Vaz geçtim.”
“Ne olacaksın peki?”
“Doktor”
“Niye?”
“Ölümle kavga edeceğim. O nu yeneceğim."
“İnşallah kuzum, inşallah” dedim.
Yanaklarından, yaşlı gözlerinden öptüm.
Ben de ağlıyordum.
Ölümle başa çıkılamayacağını, hep onun galip geleceğini anlatmanın sırası değildi şimdi.
O büyüyecek, ölüme güç yetmeyeceğini görecek, öğrenecekti.
Vaz geçtik markete gitmekten. Eve döndük.
O gencin babası gerçekten ölmüş müydü?
Çok mu sevmişti oğlunu?
Ya da çok mu dövmüştü?
Bilmiyorum.
Sahi imkan olsa da ölümler yenilse mi acaba?
Ama öyle olunca da doğumun sevinci nerede kalacak?