11
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1028
Okunma

Sıfır kilometre araç gibidir gençlik. Dağ bayır aşarsın. Tık demezsin. Yaş ilerledikçe, dertler,
sorumluluklar artar. Evlenirsin hanım biner sırtına. Daha sonra çocuklar… Yükün ağırlaşır.
Heyecanın yok olur. Arzuların tükenir. Kendinden vaz geçersin. Sorunun sorumluluğundur artık…
Metal bile yoruluyorsa. İnsan nasıl yorulmasın? Hayata sıfırdan başladınsa ömrün aldıklarının taksitlerini ödemek, alacaklarının planı yapmakla geçiyorsa insan nasıl yorulmasın? Ücretler bir türlü fiyatları yakalayamıyorsa, hele teknoloji her geçen gün ihtiyaç listene bir yenisini ekliyorsa insan nasıl yorulmasın? Üç çocuğun yanında bir de sen okumaya kalktıysan. Aldığın para giderlerini karşılayamıyorsa nasıl saldırgan olmazsın? Nasıl istemezsen de sevdiğinin kalbini kırmazsın?
Öyle günlerden birindeydik. Okullar tatil. Çocuklar dedelerinin yanındalar. Hanımla televizyon izliyoruz. Filimdeki bir sahne aynı anda eski bir yaşanmışı hatırlattı ikimize de. Hiç yoktan gereksiz bir tartışma başladı. Hanımın dediğine ben katılmıyorum. Hanım da benim dediğime. Tartışma uzadıkça uzadı. Vakit gece yarısını geçti. Biz hala tartışıyoruz. Ertesi gün mesai var. Erken kalkıp servis aracıyla
Birliğe gitmem lazım. Birlik şehrin dışında. Kendi imkânlarımla gitmeye kalksam en az üç araç değiştirme zorluğunun yanında, çok ta vakit geçecek. Hani dedikleri gibi-orası babamın çiftliği- değil ki. Netice de askersin. Kurallara uymak zorundasın.
“Ben yatıyorum.” Dedim yattım. Ama bir türlü uyku tutmuyor. Sinirliyim. O na öyle bir şey söylemeliyim ki, yarın akşam ben mesaiden dönünceye kadar, huzursuz olsun. Çareyi buldum. Hemen uykuya geçiverdim. Sabah oldu evden çıkmadan:
“Cahilsin senle başa çıkılmaz.” Dedim. Yola çıktım. Gidiyorum. Hanım pencereyi açtı:
“Sen okudun da ne oldun. Paşa mı”?
Geri dönsem mesai aracını kaçıracağım. Mecburen cevap vermeden yoluma devam ettim.
Mesai aracındaki arkadaşlar güler yüzüme, şakalarıma alışkınlar. Benim yüzüm asık. Konuşmuyorum.
Gençlerden birisi:
“Şef özür dileriz. Günaydın dediniz de biz duymadık. Size de günaydın.”Dedi. Dememiştim. Bana sitem ediyordu. Anladım cevap vermedim.
Mesai başladı. Ben hala gerginim. Bir süre sonra Personel Şubesinden bir arkadaş imza karşılığı bir zarf verdi bana. Açtım okudum. Gelen Komutan imzalı yazı; çalışmalarımın takdir edildiğinden bahsediliyor, birçok övücü cümle içeriyordu.
Mutlu oldum tabii. Bütün gerginliğim, sinirim geçti. Bir gün evvelki gece hanımla tartışmamızı düşündüm.- Hanım haklıydı galiba- fikri, düşündükçe- hanım kesinlikle haklı- ya dönüştü. Yüreğimi bir üzüntü kapladı. Mesai bitimi onun gönlünü almalıydım. O zamanlarda kredi kartı falan yok tabii. Maliyeye gittim maaşıma mahsuben borç para aldım.
Bir gün hanımla yürürken bir mağazanın vitrininde güzel bir tabak takımı görmüş çok beğenmiş:
“Ayy… Şu takımın güzelliğine bak. Demiş ben sesimi çıkarmamıştım. Mesai bitimi o takımı aldım.
Eve yaklaştığımda hanım pencerenin önünde, beni görünce kayboldu. Eve geldiğimde kapıyı açmış, güler yüzle beni bekliyordu. Tabakların sarılı olduğu paketi girişe bıraktım. Elimden tutu mutfağa götürdü. Yemek tenceresinin kapağını açtı:
“Bak bu gün sana ne pişirdim.”
Bamyaydı pişirdiği. Hem de içinde kuşbaşı ette vardı. Çok az kişi sever. Ama ben bamyayı çok severim. Ser de Amasya’lılık var.
“Ben sana para bırakmamıştım. Bu et neyin nesi?”
“Siz erkeklerin aklı ermez. Kadınların cebinde bazı günler için üç beş kuruş daima vardır. “
Sofra kuruldu. Getirdiğim pakette ne var? Merak ediyordu. Halinden anlıyordum.
“Senin elinde bir paket mi vardı?”
“Sen öyle mi gördün? Girişe koymuş olmayayım.”
Koştu getirdiği paketi açtı. Çok sevindi. Gözlerinin içi güldü. Defalarca teşekkür etti.
“Demek beğendiğimin farkındaydın? “Dedi. Hanım mutfağına çok düşkündü. Hala da öyledir.
Etli bamyamızı yeni tabaklarımızda yedikten sonra:
“Sana bir şey söyleyeceğim.”
“Ben de sana bir şey söyleyeceğim.”
“Önce ben”
“Hayır, önce ben”
“ O zaman ikimiz aynı anda”
“Tamam. Bir, iki, üç”
“DÜN GECE SEN HAKLIYDIN…”