31
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
2386
Okunma


[ kalin ]
Seni sevmek değil de sevdiğimi söylemek için çok zor zamanlar dayım Paşam. Seni toprağım gibi sevdiğimi anlamadıklarına üzülüyorum. İnsan toprağından vaz geçer mi? Seni bayrağım gibi sevdiğimi anlamıyorlar Paşam. İnsan bayrağından vazgeçer mi?
Ben bugünleri yaşadıkça geçmişimi çok özlüyorum. İlkokulda Metin isminde bir öğretmenim olmuştu. Onu çok sevmiştim. Seni bu kadar çok sevmeyi biraz da ondan öğrenmiştim. Her gün senin yeni bir kahramanlığından bahsederdi bize. Anlayacağımız şekilde Yunan’ı denize döktüğümüz güne dek anlattı bir bir. Ben o zamanlar senin bir insan olduğunu önceleri anlayamamıştım. Bir masal kahramanı gibi geliyordun bana. Böyle Süpermen gibi güçlü ve yakışıklı, hayali, yenilmez kahramanımdın benim.
Sakarya’da, Dumlupınar’da devleşen milletinle seni, özgürlüğe koşarken dinledim. Dünyada ‘’ başöğretmen’’ olabilmiş tek liderin hikâyesini nefes nefese takip ettim. Bize armağan ettiğin Cumhuriyetin kıymetini, anlamını öğrendim. Biz kız çocuklarını nasıl sevdiğini, nasıl göklere çıkarıp Sabihaların kanatlarında meclise koştuğumuzu öğrendim. Seni bir kez daha, bir kez daha ve daha da çok sevdim. Senin uğruna ömrünü verdiğin toprakları, sen gibi sevdim.
Metin öğretmenimiz, bir gün On Kasım’ı anlatmaya başladı. Bizler daha çocuk olduğumuz için çok duygusal olmamaya çalışıyordu. ‘’Saat dokuzu beş geçe Atatürk aramızdan ayrıldı’’ derken gözlerinin dolduğunu gördüm. ‘’Aramızdan ayrılmak’’ ne demekti? Bunu çok iyi anlamamıştım ama öğretmenimin gözlerindeki yaş bana senin başına çok kötü bir şey geldiğini söylemişti. O an senin de bir insan olduğunu gerçek anlamda hissetmiştim. Öğretmenimize ‘’aramızdan ayrılmak nedir?’’ diye sordum. Metin öğretmen; yutkunarak bize senin öldüğünü söyledi.
Bir kahraman ölür müydü? Bir masal kahramanı…! O gün bir daha hiçbir derste parmak kaldırmadım. Bir şeye çok üzülmüştüm ama içimde kopan o şeyin ne olduğunu bir türlü anlamlandıramıyordum. ‘’Atatürk ölmüştü.’’ Bunu anlamıyordum. Asla ölmeyecek dediğimiz sen, meğer çoktan ölmüşsün.
Ben senin evine ziyarete gelecektim. Babam, ‘’Atamızı Anıtkabirde ziyaret edeceğiz bu yaz’’ demişti. Anıtkabir senin evinmiş. Şimdi ben seni gelip göremeyecektim öyle mi? Sana, senin için yaptığım Anıtkabir resmini gösterecektim ben. Sana her gün sözler veriyordum. Açtığın yolda yürüyeceğime yemin ediyordum. Beni duyduğunu düşündükçe daha bir coşku ile ant içiyordum. Ama sen ölmüşsün!
O gün akşama kadar yüzüm hiç gülmedi. Gün bitip çocuklar sınıfı boşaltırken hiç yerimden kalkmadım. Kendimi hem çok bitkin hem de çaresiz hissediyordum. Benim Ata’m ölmüştü. Ben bunu tam olarak anlayamıyor olsam bile çok ama çok üzgündüm.
Metin öğretmen babamın arkadaşı idi. Sınıf boşaldıktan sonra yanıma geldi. Bir yandan sıramın üzerindeki eşyalarımı toplarken bir yandan benimle konuştu. ‘’ Deniz, bugün sizin eve beraber yürüyelim mi? Hem yol da giderken sohbet ederiz.’’ Ben ayağa kalkıp Metin öğretmenimin kocaman göbeğine kadar bile gelmeyen boyumla ve sıska bedenimle ona öyle bir sarıldım ki onu bile şaşırttım. ‘’Öğretmenim şimdi biz onsuz ne yapacağız?’’. Bunu der demez ağlamaya başladım. O koca cüsseli, kocaman adam sanki kollarımın arasında eridi. Eğilip gözyaşlarımı sildikten sonra çantamı kendi koluna takıp elimden tuttu. ‘’ Gel bakalım önce yüzünü yıkayalım. Yolda giderken konuşuruz bunları’’ dedi.
Yol da giderken senin çok uzun zaman önce öldüğünü ama bize bıraktığın fikirlerinin ve mirasının bizim sayemizde sonsuza dek yaşayacağını anlattı. Senin bile ölmeden önce kendi ölümünün kesin olduğunu, Dünya durdukça yaşaması gerekenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu söylediğinden bahsetti. Seni gerçekten seviyorsam önce çalışkan bir öğrenci, sonra iyi bir insan olmam gerektiğini anlattı Metin öğretmen.
Anıtkabir’in senin sonsuza dek uyuman için yapılan bir ev olduğunu, kapılarının herkese açık olduğunu söyledi bana. Oraya gittiğim de mozole denilen bir yere elimdeki çiçekleri bırakırken senin için dua etmemi, ona bayrağımıza ve vatanımıza yaşadığım sürece sahip çıkacağıma söz vermemi söyledi. İşte bunları yaparsam senin beni duyabileceğini, uyuduğun yerde huzur bulacağını anlattı.
Senin öldüğünde tüm Dünyanın önünde saygı ile eğildiğini öğrendim. Büyüdükçe aslında sadece bizim değil Dünyanın bile, 1938’de, General McArthur’ un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; “Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim” dediğinde öksüz kaldığını anladım.
Bir ilkokul öğrencisi, küçük bir kızın önce yüreğinde, sonra da yaşamında bir kez daha, yeniden doğup can bulduğunda senin nasıl ölümsüz olduğunu tüm herkese gösterdim. Üsteğmen Kara Fatma’nın kim olduğunu öğrenip bildiğim, tanıdığım herkese anlatırken kadın olmanın ne kadar gurur verici bir şey olduğunu, Ata’mın bana verdiği değeri hak etmek için ülkemi daha ileri seviyelere taşımanın görevim olduğunu çok daha iyi kavradım.
2000’de ABD Başkanı’nın milenyum mesajında; ”Milenyumun hiç şüphe yoktur ki; tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’ tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış, tek liderdir’ dedikten sonra göğsümüzü kabartan bu gururla sana layık evlatlar olabildik mi? Bizler ülke sorunlarında yeterince söz sahibi olabilmek için gereken gayreti gösteriyor muyuz?
Belki de, senin yüzüne bakmaya utanacağımız günler yaşıyoruz. Senin evlatlarının sana olan nefretlerini açıkça kustukları, hatıranı kirlettikleri, sana türlü iftiralar atarken omuzlarda taşındıkları bu günlerde bizler karşında başımız eğik, utanç içindeyiz.
Atam, üzülme! Bil ki doğacaktır yine güneş yine en tepeden. Senin mirasına sahip çıkacak, canı pahasına koruyacak daha milyonlarca evladın var. Sen Atam, yine de rahat uyu yerinde. Bak, oradalar, daha nice Mehmetler, Elifler, Denizler, Mustafalar, Ayşeler… Biz Atam sen rahat uyu diye, bu topraklar yeniden düşman çizmesi altında ezilmesin diye, kendi içimizden çıkan hainlere kurban edilmesin diye Cumhuriyeti, bayrağı, ilkelerini, fikirlerini ömrümüz oldukça korumaya, her zorluğun karşısında yılmadan özgürlük ve laiklik meşalesini nesilden nesile taşımaya yemin edenleriz.
Biz İzmir’de yakılmış bir şehrin küllerinden yeniden doğuşunu Vecihi’nin kanatlarından gösterdik. Biz Kocatepe’de gösterdiğin ilk hedefe, emrettiğin ölüme yeniden koşacak olanlarız. Küçük bir kızın avuçlarında mozoleye bırakılan bir Anıtkabir resminden bin kez daha, bir ölüp bin dirilenleriz.
Dünya’nın bizi yeniden gerçekten kıskanacağı çocuklar yetiştireceğiz. Biz inadına Cumhuriyet, inadına Demokrasi diye bağırırken bayrağımızı göklerden indirmeyecek olanlarız. Biz Atam bilmelisin ki seni asla unutmayacağız, unutturmayacağız.
Atam, ben seni sevmekten nasıl vazgeçerim… İnsan toprağından, insan bayrağından vazgeçer mi? Ben seni vatanım gibi sevdim.
Deniz...