2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1003
Okunma
Tasavvuf târiki akılla çelişiyor mu, çelişmiyor mu ?
Şöyle bir ön tespit cümlesi yazabiliyorum.
Tasavvufun aklı çeşitlendirdiği.. çeşitlerin formatif olmadığı, en azından insan zihnini -akıl dışı ve akıl üzeri- gibi bir ikileme soktuğu rahatlıkla söylenebilir.
Formatif, normatif ve relatif dizgesine de bakılabilir...
İkileme sokulmuşluk haline, çözülmemiş mesele var diyebiliyorsak eğer; Felsefe’ye de "çözülmemiş mesel"lerin bilimdir diyebiliyoruz.
*
Sorunun ille de din veya inanç temelli olması, aklı bir yere bağlar.
Mutlaka bağlar ama !
Aydınlanma veya bilimsel bilgi anlamında inancın vicdana indirgenmesi, bir nevi aklın inançtan ayrıştırılmasını ve vicdanileştirmesini de birlikte gerektirir.
Kopernik’in devrimi gibi..
Dünya..
İçindeki insan..
Bu insanı (laborates) yönetmesi için (oratoryan ve bellatoryanlara) verildiği savlanan Tanrı adına yetki, din aristokratik zulüm !...
Ve buna sorgusuz ram olmak yerine, Allah ile kul arasındaki -ahbar ve ruhbaniyatı- kovalayıp, vicdana indirgeme...
Sekülarite değil, din toplumsal özgürlüğünün laisize oluşu...
İnsanın, direkt Allah’la ve aracısızlık ortamında "kul olma" dinselliğini yaşaması.
Engel mi var?!
Dünya, içinde üst insansı kral ve dinsel otokratlardan dolayı ve Tanrı adına yönetsellik filan olsun için merkezde değildi yani...
Benmerkezciydi, egoistti, iktidar sapkını muhterislik ve muktedirlikti sadece, olan biten...
Güneş merkezde diyordu Kopernik, dünya merkezde değil .. öyleydi devrim oldu.
Dünyada bundan gayri kral veya din adamları ve onlara devredilen Tanrı yetkisi kaim ve daim değildi; böyle kalamazdı..
Eni sonu iki şeye devrediyordu herşey; devrim ve eylemli öznesi insana...
Akla ve Tanrı’dan gayri tüm ikinci ve aracısal kulluklardan arınmış özgür insana...
Akli ve nakli uyuşmazlıkta esas olarak "akıl alınacak" diyen Yalavaç...
Kur’an’da sürekli "Akl’etmez misiniz?" diye uyarıda bulunan Görklü Birtengri...
Bu ikisi açısından bakınca da; durum ve konumlandırmada çok büyük bir çelişki ve şaşılasılık görmemek gerek...
Ama zıt görüyorum, görmekte gerekiyor.. zıtların birliği ile; yani diyalektikle devam ediyorum.. böyle ise rota da doğrudur.
Tasavvuf.. akliyata, maalesef hiç izin vermeyen bir hiyerşik yapıya sahip durumdadır.
Nakliyatta (tekrarcılık ve sayıklama) takılıp kalmıştır.
İkincil ve çok sonraları yazıya geçirilen; hadis, siyer ve fukaha-içtihat, mürşit ve müçtehit yaklaşımlarını dahi "Kur’an kadar" tartışılmaz ve fikr-i sabilikle kabul etmesiyle öne çıkar.
Bu nedenle aklın; yine akıl içinde kalarak, vicdani ve iradi özgürleşmesiyle, tasavvuffun buna izin vermeyen otoriter ve baskıcı yapısı arasında sıkışması sonucunu doğurur..
Birey ve Birtengri arasına başkalarının sokma-sokulma gerekliliği de bunun normatif neticesidir.
Hep böyledir. İnsan dizge ve yasayla yürür, aklın ışığında...
Bu nedenlerden ötürü tasavvufun, aklı; çelişmiyor biçimde kapsayabileceğini hiç düşünemediğimi belirtebiliyorum.
Postmodernitedir.. geriye gidiştir, insanlıktan çıkma ve insanımsılaşma yoluna ışık hızıyla giriştir.
Herşey bölümlerden mülhem bütünsellik dizgesi ve içtimai yasayla asabiyeldir...
22.Kasım.2014
Ahmet Kutlu Ayyüce