Oryant-Oksidentalizm ve Eksantrik Hümanite: "Bon pour l’orient”: Sadece Doğu ve doğulular için geçerli anlamındaki bilindik, deyim(1) Yukarıdaki kural halini almış bu sözcüğü Osmanlı -Türk özneli bağlamında ve tüm genel Doğu’yu kapsayacak şekilde icat edenler, Fransızlar ve oryantalistlerdir. Fransızların, bildiğiniz gibi tarihimizde etkileri derinlerde bir yer tutar, bu nedenle de önemlidirler. Tanzimi, meşruti ve cumhuri devrim içeriği-anlayışımıza baktığınızda sözünü ettiğimiz bu kalıcı etkilerini de rahatlıkla görebiliriz. Konuyu biraz açıklama yaparak katkılarsak, onların (kıta Avrupa’sının anlayınız) dinselden, laisize ve ulusala geçme (Karolenj devirlerini kastediyorum)(7) tetikleyicisi (1789-1799) Fransız Devrimidir. Bir de,bunun sınıfsalını bütünleyen şeklinde niteleyebildiğim, onlara göre daha geri ve tarımcıl bir kültür toplumu olan Rusların (Slav) yarı feodal dayanaklarla yapılan 1917 Ekim Devrimi... Demek ki, ulusal ve sınıfsal devrim düşünseli dinamiğimiz, kabul etsek veya etmesek, Fransız ve Rus (sovyetik şuracı) bir tüccar ve köylü oryantizminin (Doğubilim/Şarkiyatçı) temelinde oluşmuştur. Gerek birey, gerekse toplumsal öğrenmelerde, öğrenilecek şey; öğrenilenin ilk bulucusundan yoğun etkilenme ile başlıyor. Ve o birey veya toplum, buradaki yoğun etkileşimle, taklit ederek öğrenme sürecine giriyor. Yani ilk aşama, yoğun etkilenme ve bunun doğal sonucu sayacağımız taklit etme dönemi oluyor. Burada, her şeyin ve tabi ki öğrenme olgusunun da "taklit" ile başlayacağını kabul etmekle birlikte, sadece "taklit etmekte" kalmaya isyan eden bir yaklaşımlada şunları söyleyebiliyorum: Taklitiniz mutlaka bir yerlerden esinlenmek yoğun olarak devam edecektir. Taklit ve esin "siyam ikizi" gibiler. Kendi içlerinde madde ve mana ayrıksılığındalar ama böylesine de bir bütünlük arzederliğin ayrışıksızlığındadırlardır da diyebiliyorum. Dizgenizin bundan sonraki aşaması, kendi toplumsal dinamikleriniz doğrultusunda mantıklı ve makul bir -özgün Türk ulusal- demokratik devrim senteze varma/vardırma amaçlı olmalıdır. Hep söyleme gereği duyorum. Hayatın içindeki olgular hep dizgelerle, yasalarla algılanıyor. Algılamak için birey ya da toplumsalın, farkına varma uyarıcılığını duymsaması veya düşünsemesi gerekiyor. Şüphesiz ki, farkına varmanın temelinde de aşama ihtiyaçsal zorunluluk dönemi vardır, diyebiliyorum. Marks diliyle söylersek, işte o zaman "ihtiyaçlar, keşfin anasıdır" oluyorlar. Geçici teori veya buna bağlı oluşturulmuş model ile bunun özgününe varmaya doğru bir amaçla düşünülüp, düşünülmemesi farkına, burada ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Bunu yapmamışsanız eğer; düşünsel veya duymsal öğrenme dizgeniz, toplumsal ilerleme sürecinizi hep karga iken bülbül takliti yapan, beceremeyince de eski karga haline dönmeyi ar edip, gururuna yediremeyen bir saksağan toplum haline getiriyor ! Dünya sadece Oryantalistlerin (Şarkiyatçıların), Doğu’ya geçerli doğrularından ibaret değildir. Batılı efendiler bizi öyle tanımladılar şeklinde düşünmeye ve o kalıplar içinde kalmaya mecbur da değiliz ! Bunun adı, bir aşağılık kompleksi haldir ! Burada, bir dinselin yıllar önnce bana ettiği, bir önerme-yargı tümcesini yazma gereği duyuyorum. İnsan insanı asla tanımlayamaz demişti. Tanımlamak ne amaçlıdır, diye sorunsal düşünme gereği duyduğumu anımsıyorum? Öğrenmek ve anlamak amaçlı mı yoksa öğrenip, anladığımızı konumlandırmak amaçlı mı ? Gerçekler, hep söylediğimiz gibi, acılardan süzdüğümüz güzelliklerdir... Sevdiğim bir başka dizgelemin söylemiyle; "Gerçek acıtıcı bir acıdır ama asla reçel de değildir." ya da... Anladık mı ? Bu soruya gelmiş olmakla, anlamlandırma aşamasına geliş düzelmindeyiz demektir.... Tek yöne, "anlamaya" gidiyorsunuzdur artık, başka çıkış yok ! Ölümüne bir sevdadır. Anlamak ve anlamlandırmak bağlamında; araya sora, bula yitire, boza dize "çözmek!.." Ve çözümlemek de, asla (özellikle, ulus toplumsal birliğinden etnilere, mezheplere, cemaatlara geri dönmek anlamında) çözülmek değildir ! Anlamak; algılamak, kavramlandırmak ve tanılandırabilmek öznesinde bir eylemleşme dizge, düzenliliğidir. Yapabiliriz ! Oryant (Doğusal) ve Oksident (Batısal) bileşiminde Oryanto-oksident bir eksantirizmi (sapma/yan duruşluluk hali) (3) çözmektir öyleyse, çabaladığımız. Batı ya da Doğu’nun, birbirine rakip ve emperyal maskeli "le’humanite" veya "beşeriyetci"(6) saçmalıklarını irdelemekte, elbette Hey ! Batı’nın "Humanitesi" ve Doğu’nun "Beşeriyetçiliği" orada mısınız ? Sen, emperyal maskenle ve ikiden bire, aynı amaca odaklanmış istismarcı bir, bütünsel sahtesin ! Ve ben, eleştirel yöntemle çözüp, aslında senin bir Batı oryantik "global dayatma" olduğunu veya Doğu oksidentik "Emevi asabiyel ve Fars takkiyeci şia" bir zırvalar komedisi olduğunu kanıtlayacağım ! Çünkü ben anti-emperyalist, İstiklal-i tamcı(5) ve "ulusal sorunu" mutlak geçilmesi gereken toplumbilimsel bir aşama gören bir Türkmenim ! Çünkü ben; ne bir na/soyum(8), ne de bir öjen(9)... Ne bir asabiyel(10) ve ne de şuubiyel(11) Ya çözeceğim ya da çözeceğim! Bilirim ki bu sorunsalı çözememek, Türkmen’in karanlık dehlizlerde çözülmesi olacak. Türk, iflah olunmaz köle olacak... Görmüyor muyuz ?! Eğer yine eğer sürüsü, kölesi veya kulu olacaksa emperyalistin doğulu veya batılı "ayı"larına Türkmen. Ölsün yok olsun da, Tarih sayfalarında adı batsın Türk ! Tıpkı büyük kurtarıcı ve kurucu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de bir sözünde buyurdukları gibi: "Bu millet Batı’nın emperyalizmi ve Doğu’nun inanç sömürüsünden (ki, genelde günümüzdeki gibi ikincisi, ilkine işbirlikçilik eder karakterdedir/ ek benim) kurtarılmadıkça, ’istiklal-i tam ’ olmaz !" Kurtulup, iflah olamaz ! Ulus da olmaz, halk da olamaz, hiç bir şey de ! Sadece sürü, kul olur ve güruh olur ! Elan ve halen görüldüğü gibi... Şubat-2014 Ahmet Kutlu Ayyüce AÇIKLAMALAR: (1) "Bon pour l’orient”: Sadece Doğu için geçerli anlamındaki bilindik deyim: Tanzimi dönemde, eğitim için ülkelerine gelen doğulu (Osmani) zeki öğrencilere verdikleri diplomanın üzerinde yazarmış. Mankurtlaştırdıkları “sömürge tipi güya bu tip aydın”ların, diplomaları ve bildikleri sadece Doğu’da geçer, Batı’da ciddiye dahi almayın ! (2) Oksidentalizm (Garbiyatçılık): Reel olarak ( ülkemizde kısmen) bir disiplin/ bilimdir. Ben yazımda Arap/Fars Emperyalizm’ine gönderme amaçlı kullandım. (3) Eksantrizm: Yan duruş, tuhaflık, garabete yakın çelişkili olma amacında kullanılmıştır. (4) Oryantalizm (Şarkiyatçılık): Batılı emperyalistlerin Doğu toplumlarını kafalarına göre tanımlama ve sömürgeleştirme bilimi (!) (5) “İstiklal-i tam”cılık: Sözcük Büyük Kurucu ve kurtarıcı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün katkısıdır. Bütün toplumbilim ve siyasetbilim alanlarda " şartsız, şurtsuz tam bağımsız ülke" olarak kastedilmiştir. (6) " Le’humanite" veya "beşeriyetçi”lik: İlki Batı, ikincisi ise Doğu düşünsel kavramda insancıllık (insanseverlik) anlamında kullanılmıştır. (7) “Karolenj/marolenj Devir”: Batı toplumbilimsel tanımlamasında, feodal/dinsel toplum aşamasından, modern anlamda laik-ulus toplumsal sürece geçiş (evre), dönemselliğini ifade eden terimdir. (8) Na/so : Nasyonel ve Sosyalizm, kısaltması anlamında nitelemedir. (9) Öjen/i/k : Öjen, ilk kullanımı Eflatun’a kadar gitse de, modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmıştır. Sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir. ’Eugenics’ Galton’un iyi tür anlamında eski Yunanca’dan ürettiği bir kelimedir. Nitekim, doğumların devlet tarafından kontrol edilmesi düşüncesini ilk ortaya atan ünlü Yunan filozofu Eflatun’dur. (Vikipedi) (10) Asabiyet/sel Teori : "siyaset bilimci İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinde bahsettiği ssoyolojik teori. Buna göre, devletlerin ayakta durabilmesi için kan bağına, kabileler ve soylar arası yakınlığa ihtiyaç vardır ve bu kan bağı, akrabalık olgusu, soy ilişkisi en güçlü olan devletler kolay kolay yıkılmazlar. Ek Katkı:: bknz. Makyavelite ve Takkiyyelite İbn-i Haldun’un getirdiği tanım, bunun dayanışma ruhunu desteklemesi ve bu tür bir yapıda koruma içgüdüsünün güçlü olmasıdır. Diğer siyasetbilimciler ise bu teoriyi ayrıştırıcı, dışlayıcı bir olgu olarak görmüşlerdir. Bu bakış açısının kendi soyundan veya kabilesinden olmayanları dışlayarak var olan devletin yıkılma sürecini daha da hızlandıracağını söylemişlerdir." (Uludağ Sözlük) (11) Şuubiyet/sel: "Emeviler ve Abbasiler döneminde Arap olmayan Müslümanlar arasında gelişen hareket. Emeviler döneminde "mevali" adıyla anılan Arap olmayan Müslümanlar. Araplarla eşit sayılmıyordu. Yönetimin bu tutumu İran ve Türk kökenli Müslümanları İslam’ın öngördüğü eşitliğin gerektirdiği hakları almak için mücadeleye yöneltti. Böylece ortaya çıkan muhalefet hareketiolan Şuubiye, Emevilerin devrilerek Abbasilerin iktidara gelmesinde büyük rol oynadı. Abbasiler döneminde İranlılarla Türkmenlerin önemli haklar kazanmasından ve yönetim kademelerinde önemli görevler üstlenmelerinden sonra Şuubiye hareketi kültürel bir nitelik kazandı. Özellikle İranlılar arasında süren hareket, eski İran kültürünün canlandırılmasında ve Farsça’nın edebiyat dili olarak gelişmesinde etkili oldu. nbdsambmabcma" (Vikipedi) |