7
Yorum
20
Beğeni
5,0
Puan
1382
Okunma
Zâlim bir üvey ana, yokluğu
eksik ve kimsesiz bir öğün,
terk edilmiş masabaşı sessizliği
kaderin çentiklerine yaslanmış
sus pus ömür artığı...
Nedense;
gece gibi mâteme bürünmüş
karanlığa esir
esrik düşler yığını gitmeleri...
O gitmeler ki;
sessiz harfler toplamınca haykırıp
düğümlerken boğazını
bağlar çenesini ayrılıkların...
Ne var ki;
sabah oldu mu aldatır güneş
ısındık zannederken
esiri oluruz ışık oyunlarının..
ebesiyiz ya yaşamlarımızın
eni konu bir sobeden ibaret
sol göğsümüzdeki yangın...
Oysaki;
kaçamazsın ellerinin ateşinden
en elzem eylemindir dokunmak
soluk almaya denk...
Kaçamazsın bizzat can verdiğin
köhne cinâyet mahallînden..
Kanın seni senden alır,
geriye
zamansız açan çiçekleriyle
namlunun ucuna asılı bir bahar kalır...
Bilesin;
tam da budur lâyığın!
Aşk dediğin;
beyaz patiskalarda
al kanlara bürünmüş nakış..
Bir ömür sığarken tek bir kurşuna
be(r)delindir ardına gizlenen
o şehlâ bakış...
Özlem Tarhan Yağcıoğlu
Mart’ın on ikisi/ iki bin on dört
5.0
100% (15)