15
Yorum
28
Beğeni
5,0
Puan
2033
Okunma

Kaygısız umutlara açtım döşümü,
düşlerimi beledim sararmış kundaklara
Dedi ki annem:
"Sımsıkı sarsın seni
çocukluğunun elleri...
Kararmasın gözlerin,
sözlerin yaşartmasın sana bakan gözleri.."
Dinledim hep annemi
yalansız yarınlar aşkına...
Sonra...
Günlerden yarındı;
hani dünün ertesi..
Kapımın önündeydi hüznün telvesi..
Bilinmeze doğru bir yolculuk başladı
Anladım ki ufukta bekler beni bir adam
ama hep eksikti, hep yalan..
Gözlerim kamaştı olmazlığından..
Sarıldım var gücümle;
Lâkin heyhât!
Hiçbir iz bulamadım
annemin kucağından...
Çünkü görünen çoğu zaman yalandı..
Bir kızıl gölgeyle hârelenirken zaman,
aralanır kapılar hayalin elleriyle,
bir varmış bir yokmuş’lu masallar devrilirdi
mutluluğu ıskalayan parmak uçlarıma..
Yelken açarken ufka gözlerimdeki deniz
maviye vedâ çalınırdı renklerden
bükerdi boynunu yakamozlar
tel tel dökülürdü pulları saçlarımın...
Âh sıcacık göğsünden umudu sağdığım annem!
Yok muydu ki bir yolu acıdan saklanmanın?
Eskitilmiş bir tonda
kurşûnîydi kaderim...
Çünkü "bende hep
Leylâdan füzûn mâşukluk istidâdı.."
Saçlarımdan meltemi,
gözlerimden bahârı çalan adam!
El kişi niyetine
iyi bil bu merhûmu
ve son kez öp onu...
Özlem Tarhan Yağcıoğlu
Mart 5/iki bin on dört
5.0
100% (22)