3
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
1582
Okunma
Sihirli bir zambak gibi açarken güneş
Eski damların ardından,
Selvilere düşerdi ilk ışıkları
Temmuzun alacakaranlığında
Erkenden.
Yeşil sarıya çalardı.
Umut sevince...
Yağmur damlaları süzülürken ay ışığından
Geceye bırakırdık ıslıklarımızı,
Geceye bırakırdı çingene kızları
Böğürtlen kırmızısı sevdalarını.
Bereket tanrıçası gibi beklenirdi
Kırlangıçların kanat sesleri.
Ve bir ceylan zarifliğindeyken ateş dansçıları,
Başlardı çingene çadırlarında bahar.
... Ve biz çocuklar
Avuçlarımızda taşırdık suyu
Doruklardaki kartal yuvalarına.
Zamanın ayarsız saatinde
Yani iki bine bir kaç kala
Leke sürüldü gökyüzünün alnına.
Serçeler sürgün edildi söğüt dallarından
Üveyikler uğramaz oldu su başlarına.
İşte o günden beri,
Uğramaz oldu bahar
Çingene çadırlarına...
Kalbi durmuş ölü şehirler gibi gökyüzü.
Saklayamıyor ufuk sararmış benzini.
Şakak damarları gergin,
Martılar pusuya düşürülüyor eteklerinde
Ve bir isyancı ölüsü gibi savruluyor güneş
Kabile şeflerinin diş etlerinde.
Kesildi tüm imbat esintileri,
Korkulu çocuk sesleri gibi titriyor
Rüzgâr uğultuları.
Gökyüzünde kavisler çizmiyor artık,
Kasırgalara eşlik etmiyor bıçakları
İspanyol gezginlerin.
Yine kederli bir gününde
Asma bahçeleri Babil’in.
Bir çingene beyi anlatmıştı;
Hayra alâmet değilmiş sıyrılamayışı
Güneşin buluttan.
Kıyamete delaletmiş suskunluğu bilgelerin.
Belki de derdi;
Bir ülkenin istilasındadır
Medeni dünyanın tankları.
Belki de diyorum;
Bir militanın infazındadır
Uygar insanların silahları...
5.0
100% (8)