44
Yorum
50
Beğeni
5,0
Puan
7651
Okunma


yazmak kolay değil elbet bu şehri
bir günlük bir seyirin ardından
ağır ağır çekilen eylül
ve ağzında uslanmaz bir Istanbul
dr.e "ye
çerçevesi kırık bir resimden bakıyordum geçmişe
boğazdan gemiler taşıyor seni geçen her gün
ve her gece sen dolu gemiler geçiyor boğazından bu şehrin
bu İstanbul salıyor gözlerini yüzüme kabarınca gök
ve yollar yıllara b/akan bir nehir kadar uzun
zaman
o toprağa saplanmış azgın bir ceviz ağacı
ve dünya
görünen yüzünde dalları gümüş bir ayrılık sanki
insan kısa yaşayan çok sesli biraz da kalabalık oluyor
bilemezsin kelebekler bir ağaç ömrü değil de
neden bir yaprak kadar gür yaşar
yüzüm taze uyanmış o eylül
bak
yüzüm ilk defa koyu bir sonbahar
gör
yaşam dediğin şey yalnız bir mevsim İstanbul kadar
gün sırtını akşama dönüp gidince usul usul
Süleymaniye ihtişamlı bir yeminle secdeye gömülür
gırtlağında kalan son ışığı döker suya hüzün
ezansız Aya Sofya ki; O tıpkı asırlık lal gelin
coşar deniz içim öylesi koyu bir munfasıl
ayrılık sancısıyla küflenir kuşların narin teni
b/üzülürüm
ve dökülür kirpiklerim tıpkı yanık balıklar gibi
Sultan Ahmet’ten kopartıp kurumuş gözlerimi
akarım dilimin lal çatısından sevgili
beni sarmala yağmurlarında
ağzımda dişlerim kelepçeli bir arya olunca da
serçe yüreğimi bağışlıyorum her gece sana
al tavanarası bu ihtilal kav/gamdan beni
fedadır başım sana as diyorum şimdi
Yahya efendinin kalbine göm içimi
dolup boşalan kalplerin b(v)arış antlaşmasını izliyorum
Pier Loti’de can kusan tek yudum o ağlak sevgileri bir de
bin parçaya bölüp yüzümü Haliç’in şakağında
arıyorum içimde efkarla kopmuş bu kan ırmağında seni
bilmiyorum hangi kalbe sarılıp hangi sükutta bulsam teselli
hangi düş sokağında yol alsam duru bir gece misali
bilmiyorum hangi şairi boğazlayıp sustursam sesini
şarkılar mısra mısra doğarken her taş plakta izini
bilemezsin işgal altına kalmış gözlerin bu son telaşını
ve bakışlarımda at sesleri büyürken suretin gibi
bilemezsin sen bu şehirdeki nal seslerinde ölmeyi
bensiz yaşamak gibi bir ömürde
sen hiç yaşlanmadın ki
yorgun bir hükümdarın muzaffer olmuş yüzünde
coğrafyamın izini sürüyorum bir fetih için belki
çıkıyorum yola Karaköy’den son bir umutla
adressiz her meyhanede ağlak bir aşık sorunca da
diyorlar ki bana hep
yeni bir mahkûm doğuyor karanlık böyle arsız d(b)oğunca
ve görüyorum sessiz ağlayan her hüzzam fasılda
nihavent nice büyük adamlar kayıp bir yelkenli misali
göçüyorlar o meçhule kelebek gibi
Beyoğlu sokağında A korkak kadınlar var bir de gördüğüm
gönlü peçeli bir acıyla gülüyorlar kendi içlerinde
Galata renksiz bir visal gibi çöküyor göğsüme o dem
’Kanlı’canın ellerini tutuyorum sevgilim
hisar avuçlarımda karma bir Osmanlı gibi duruyor
parmaklarımdan asıyorum boğazı tüm hırçınlığımla
Z sokağında ayaklarım zonkluyor
küsüyor dizlerimin bağı Çamlıca yokuşunda
taş kaldırımda çözülüyor dilim sana
ah
dağılan yaralarıma sakın dokunma
yalnız toprak değil bilirsin ya
insanda ölmek için savaşırmış dünyada
anladım köçek bu akşam ve her gelen yarın
ölümde coşarmış insanda yaşamak için
durma öyle ihtişamlı karşımda yıkıl artık İstanbul
öyle taşkın
öyle çaresizim ki
durmadan seni söylüyor boğazımda şarkılar
ve dolu dolu susmuş bize sanki
dünya yüklü hicazkâr bu kör kahırlar
ağzı çığlık yüklü o yağız martıları boğuyor deli deli
ve şizofren aklımda öyle çılgın bir veli
zil zurna şair gibi yokluyor akortsuz kalan zihnimi
son mısra gelince iniyorum şefkatli bir keman gibi
ömür bu işte
nerede tükenir belli mi?
sesler
insanlar
ve yığınca kalabalıklar içinde
saklıyorum kendimi senden azim bir gururla
gemilerce yalnızlık b/akıyor yüzüme
dedim ki sessizce öl/ün dudaklarım(d)a
karanlık sözlerimi de kat gidişine kendinle
Orhan Veli sus/sun artık bu çağın kabrinde
ah Yahya Kemal sen de öl içimde
lebim kan kusan bir yol gibi bataklık şimdi
şehir an üryan kızıl bir İstanbul yeli
Marmara yanık bir çığlık kadar deli gözlerimde
gözlerim bu gece tam bir Venedik s/eli
biz çok ıssız o gök misali
anayurdumuzda kaybolduk sevgili
al yüzüm sana Asya
yüzün bütün Avrupa bana
göremiyorum yüzünü her ne kadar çırpınsam da
Balat’ta gömülen son vapurun ardından
Galata’da gördün ya
ölemedim vedasız kopan hıçkırık yüklü
tarih kokan Aşk boğumu avuçlarında
aktı alnımın çatlağından keder
gözlerimi içime gömdüm
ağzım keyfe müthiş bir heder
yarin ölümünü görmemek için
ölememek ne beter
ah yar
acı bu İstanbul gülüşü kadar
kırçıl bir akşam vakti
tek yudum eylül gibi gel yeter
...
MHD
eylül