5
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
979
Okunma
giyotin sanrılı sancılarım vardı bir zamanlar
zehirli mantarlardan fal tutardım,
yüksek köprülerden atlar!
uçuşan eteklerini izlerken bitiverirdi
sevda türkülerinden haber salan cigaralar
mahalle baskısının tam adıydı gözlerin
sivilcelerim kadar toy ama bir o kadar da gerçek
gizli, çekingen, utangaç, şiirler asardım boynuna
ya da bazen hiç görme! diye defter avuçlarına
...-please, don’t read-
Fahriye Abla dillerdeydi o vakitler
uzun topuklu pabuçlara binerdim
ki; yetişeyim
sermest güller birikirdi adına
boyundan bile büyük şuh bir kadındın
bilmezdin ama
cazibe başkenti olduğunu
aykırıydın
portakal rengi rujlar sürerdin mesela, öldürür gibi
ama bir gün olsun
bir gün bile
yarım ay olsun, tutmadın ellerimi!
her gün, her mevsim senin ruh halinle giyinirdi
hafif tebessümlü, don ayazı, çimen yeşili, sıcak
gülüşlerine bahar derdim hep
umursamadığın her gün, sert geçen kıştı
farketmediğin her gün, bir daha çiğnenmiş yeşil
tükenmez IŞIK diyordu alfabe
adının anlamlarını bir araya getirdiğimde.
ben daha ileri gidip ŞULE!
bir tek senin dersinde erken tükenirdi vakit
coğrafi müstemlekelerin kimyası bozuk fiziğiyle
gözlerinin, analitik perspektifini çizerdim diğerlerinde
her çiçek yak/ışır, büyürdü
doğuştan vişne reçeli gamzelerinde!
sende kabahat yoktu ben beceremezdim
anlatamazdım işte söyleyemez
bilmezdin ki
aşk izleriyle dizilirdi
kınından çıkan her ’öğretmenim’
-öğret benim servi cihanım
öğret bana neden düşer yeşil yapraklar
hangi dil anlatır, avutursa seni
hangi dil anlatırsa sana beni
öğret bana
öğretmenim
öğret derim, öğret-
tüm hayâl haddimi kullanırdım istemsiz
ihtişamını kuşanmış briyantinli cümlelerle
sen deniz olurdun mesela ben sal
sen salıncak olurdun, ben sallar
hep ayakta yolculuk ederdim, yanıbaşında
baş eşkıyası bendim kokunun
baş hırsızı...
çok nefret ederdim bazen
ama bilmezdin yine hiç
kurutup bedenimi, dağıtırdın nefesimi
bezdirirdi canımdan, hatta öldürür
aksanı latif, ağır makineli o bir cümlelik perhiz
’’sit down Akdeniz, please’’
ToprağınSesi
.
5.0
100% (9)