6
Yorum
0
Beğeni
4,2
Puan
2138
Okunma

Zamansızlığa kurban edilmiş yüreğin ağıtlarında kaldı gözlerin(m).
Bir fincan sen,
Bir tutam vuslat çalınırken gecenin karalığına .
Büyüyorum, maviliğinde Nisan sevinciyle
Ve
Bir türlü geçmeyen özlem yanıkları,
Kelamımı tamamlamaya izin vermese de
Lügâtımdaki bütün alfabeyi sil baştan yazan Âdem
Seni söylüyorum, her harfte
Her imlada sen varken
Züleyha’nın mintanına işleyen kan yüreğinin feryadı cancağızım
Sen olmayan zaman zarfında acıya tuz basışlarımda
Koca bir ’ben’ kalmışım.
Avuçlarımdan sızan, zemzem rengi benziyorken
Gök kubbenin rengine âba bir ney’in gözlerinde gördüm
Seni, beni ve bizi...........
Moda, kıyısızlığın beşiğinde bebek gibi sallanırken.
Yarım yamalak kalemim,
İrin toplamış susmalarım var.
Yusuf’un dudağındaki kuyulara dayanan
Üryandım .
Hicrana feragat eden tarihin ıssız kaldırımlarında
Hasrete yatak eden Emirgan laleleri
Yer edinemedi, sözlerim dudaklarımın cografyasında,
Öldürmedi,Azrail
Hicran, nazlı bir gelinin infazını avucunda tutarken
Tam vazgeçmişken dar-ı acundan
Tam da kalemi sırtıma yüklemişken,
Düştün, düşsüzlüğüme cancağızım
Yalnızlık kalıbı kadar kapladın zenci kölelerime
Diktim, yamalı yüreği vuslat iğnesiyle
Yarımdım, can özüm
Seninle tamamladım açıkta kalan yanlarımı..
Yer Kapalı Çarşı
Ayaklarım götürüyor beni gecenin en dar vaktinde Çemberlitaş’a
Tozlanmış,
Miadı geçmiş tarih izlerinde elim
zaman ötelenmeye beş gece
Karanlığa çalınan bir rüya
Tutmamış bir sabah arifesinde gözlerimi açtım, Kız Kulesinde
Nisan bereketine giyinen yağmur var
Gece karası gözlerinin limanında
Birikmiş,
Ertelenmiş yarınlar dururken Yusuf cemalinde
Yeditepe’nin arsız deliverenleri dağlamış,vurmuş hicran rengine
Sensizliğin sessizliğin rengi mor’a çalarken,
Koynuna döşeniyor gelincik kırmızısı
Bir yanı karıncalanan parmak uçların
Bir yanda Barok uslubünde Nuruosmaniye’nın duvarlarında gezindi ellerim
Beşikten mezara kadar âşk
Zaman, idam sehpasındaki urganı düğümlemeye koyulmuşken,
Sen çıka geldin şehr-i İstanbul
Galata Kulesi gölgesini karanlığa başkaldırışa soyuldu.
Ruhum vuslata bağdaş kurmuş ezelden.
Dakikalar susuşlara meyilli olsalar da
Sana itham edilmiş polisiye bir romanın tek zanlısı olan yüreğin
Altın yaldızlı sayfada toprağıma ifşa eden kalemim elinde
İki hüzne koza örülen kelebek
Sırtlarımızı dayadık birbirimize cancağızım
Satırların arasına iki kırık beden
Ve
Uçan balonu elinden kaçıran saçları örgülü bir kız çocuğu
Rüzgarın peşinden koşmaya bıkmayan iki küçük ayakları
Sahil şeridinde Marmara eşlik ederken canözüm
Avucunda açan sevda çicekleri merdiven olup,
Çıkartırdı, gök kubbeye
Mühendise bir türlü akıl sır erdirmeyen çocuk edasıyla
Pamuk yumaklarında seni anlattım,
Maviliğinde turnaya.
Özgürlük suçuyla ölüm hükmünü giyen âşık
Şehr- i İstanbul’un tam ortasında,
Vuslatın avucunda,
Misket üzümün kıskandığı kara gözlerinde
Kara peçeli gece pılını,pırtını toplamaya koyuldu
Şems’in kuştüyü ışıklarında bir filiz boy almaya niyetlenirken
Kalemin lâl kızılı duvağında
İsa saflığını katıp,
Meryem’in yüreğiyle aynı safta durdum seninle cancağızım
Haliç’in ayak uçlarına gelen tuzlu suya
Bir tutam mutluluk,
Bir fiske özlem yol aldı
İki beden,
Bir canda vücut buluyor siyah/beyaz fotoğrafların tanıklığında
Susma orucunda beden.
Vakit iftara az kalırken
Bizim katığımız dua miktarı vuslata çalınmış azık
Azrail’in ecel tohumlarını hayata ilave ederken
Biz, seninle ’bir’ olduk sevgili
Hicran’ın yaz sinemalarında
Aşk filminin kendini ayakta izleyen yürek dudaklarımız
’Başardık,başardık canım,cananım’ derken
Şükür namazında Çinili köşk
Misk-i amber kokunu rüzgar tanıttı beni cancağızım
Zamanın dudaklarında iki sır acun
Zeytin gözlerimde koca bir Haydarpaşa mesken yaparken
İki tren
Tuzlu suyu alır gider vagonundan buğday coğrafyama
Hadi! iki gözüm
Ben, seni imkansızlığın koynunda bırakmadım
Dudak kenarları özlemlerin biletin alırken Sirkeciden
Kanatlanan martılar hüzne kanat çırparken
Hicran fotoğrafında
Bense lâl kızılı kanla çiziyorum portreni maviliğe
Usanmadan vuslatı bekleyen hüsnüyusuf
Mescid-i Haramda tavaf yaparken
Adı yüreğim(n)de saklı kaldı.
Sineye çeken akrep ve yelkovanda
Vuslat bir adım gelirken bize
zemzem rengini alan gözlerin hayat iken
Çorak coğrafyada deli rüzgarın peşinden koşturan özlemlerimi
Sardım,
Sarmaladım
Bırakma sakın beni cancağızım
Islak kirpiklerin(m) cennet güzergahındayken
Toprağın oluyorum,ayakların altında
Koş hadi durma iki gözüm
Zaman İsa’nın çarmahına çakılan çivide kaldı şehr-i İstanbul
Kağıt ve kalem buluşurken
Diz çöktüm lugatımdaki harflerin tınısına
Seni en güzel onlar anlatır, ben değil can özüm
Hiçbir sözcüğe emanet heybesine koyamadım seni
Yusuf cemaline tekâbül eden mana
Züleyha’nın yüreğinde ceviz sandıklıda saklıysa
Âcun lisanında hangi söz işvesi anahtarı bulmayı yeltenir
Hak’a giderek seni bekleyen bu gönül
Şimdi sustu........
Sustum...
Süleymanî lâlliğim zemzemi getirecek
Sen ki ey yâr
Yüreğimdeki umutların Şemsi
Sen ki ey şehr-i İstanbul
Mukaddesliğine can libasını önüne sererken
Verdiğin ab-ı hayatta Meryem’in dua sığlığında ism-i nâzımın geçiyor.
Hacer’in masumluğunda,
Sustum..
Ram oldum sana sevgili şehr-i istanbul
Sol göğsümün kalp atışında sen varken
Canım al,
Kabul eyle iki gözüm.
Unutma cancağızım!
Yüreğim,
Ruhum sendeyken
bir can libasının peşine düşmedim ben can sızım
gordion
29/06/2011
5.0
80% (4)
1.0
20% (1)