0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1678
Okunma

Hani zamansız gelişler ve gidişler vardır
Tartışır durur insan, muallakmıdır.. Mutlakmıdır
Bilinmezliğin derinliklerinden gelir.. Bu öyle bir haldir ki ;
Namazı bitiripte dua etmeyen birini hatırlatır
Yemeğin en güzelini yerken, genize kaçan ekmek tanesini
Tam meyvaya dururken, soğuk vurmuş kaysı ağacı gibi
Berzah da dolaşan yalnız seyyah misali
Bir varmış, bir yokmuş sanki
Kendi elleri ile boğar gecenin katranında, acı ile sevinci
Bülbül’e fikretmeye çalışan gül dalı gibi ;
Sen bana aşıksın ama, ben narin ve kırılganım
Nasıl taşır senin ağırlığını bu naciz canım
Sonra gecenin koynunda henüz semaya bakamadan büker boynunu da
Kıyametini bekler..
Kim bilir... Belki cennet’te aşkı heceler
Hani bir kız giyiverir ya sevda satenini allayarak, pulluyarak
Halbuki bilmez ki ona yamalı pazen düşmüştür
Aşk’ı yaşayacağım derken kafayı üşütmüştür
İşte bütün bu haller, zamansız ölüştür
Zamansız ölüş..
Kaç sefer öldüm zamanında zamansızca
Kimi zaman bir sevdayı yamalarken
Kiminde sahte mutlulukların deminde gülerken, ansızca
Ölüverdim işte.. Öldürdüler kirli kalpliler umarsızca
Yakamoz bakışlarım vardı benim, tıpkı gökkuşağı gibi
Şimdi katranı andırıyor.. sanki karadelik
Umutlarımı çekip hayallerimi yıkıyor, yüzümdeki iki gedik
Ben.. Keşkelerin denizinde kulaç atan adam
Pişmanlıkların kuyusunda inliyorum
Herkese korkarak bakıyorum
Budamı beni öldürecek diye
Ah bir bilsen acıyı tarif etmenin kelimelere düşmediğini
Ne noktanın, ne virgülün yetmediğini
Şimdi sadece O’na sığınıyorum.. Zamansız ölmeyim diye..