21
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1328
Okunma

öbür kahve.
balık yedikten sonra.
hayır o değil/ kordon’daki.
hani masalarında
kırmızı beyaz kareli örtüler olan.
yaralı bereli mazilerimiz örtülerimiz altında
neşeli/ ümitli/ çocuklar gibi şen gidip...
evet.
o işte.
siz oturmuştunuz
az dönüyordu başım
ayağım aksıyordu/ hem
yolumu şaşırmıştım ya;
bal gibi sarhoş sanmıştı gözleriniz de
gözlerim inatlaşmamış...
fal gibi bakmıştı yüzünüze
yıldız yıldız/ haz’dan beş köşe.
bir ara içeri girmiştim ve
"aman değmeyin bayan!" demişti
fırçasından damlayan o pembelikle adam;
boyadığı duvara bitişik merdivenden
gelişinizden ötürü ruhumun en taze
uykumun en pembe
kalbimin en tomurcuk haliyle çıkarken ben.
"bu benim odamın rengi. bu hazanın...
bu hüznün... bu şiirin...
aşkın rengi bu...
yakışmış kahvenize. "
demiştim;
siz görmemiş...
siz duymamıştınız/ oysa
gülümsemişti adam
fırçası pembe düşler ülkesinde.
"değmeyin bayan...
sakın değmeyin üstünüz kirlenmesin."
bilseydim değerdim
döndüğümde gözlerinizin kahveden katrana...
bir sıkıntı/ bir pişmanlık/ bir vazgeçiş.../ peki.
fırçayı tutan kimdi?
hiç bilemedim.
ayrılığın rengiydi bu. bu acının. bu gecenin
bu en hazin gidişlerin.../ dilim sustu
diyemedim;
"yakışmamış kahvenize."
aşka değmeden geçmiştim.
üstümü değil büstümü kirleterek
simsiyah gözlerinizle.
keşke buna değil
öbürüne otursaydık
kordon’da onlardan çok var
kordon’da şimdi siz...
koyu bir yokluk.
o kahvenin duvarları artık...
pembeyken hem de.
JD