14
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2350
Okunma
Doğduğum seneyi sormayın,
“çok”dan daha çok sordum kendime
Cevabım yok artık
Yorgunum hesap kesmekten
Bölmekten kalbimi her keresinde
Enine boyuna düşünmekten
Ve getirememekten sonunu,
Yorgunum göçen kuşlar gibi
Gerçekten…
Unuttum üstelik belki de
Babam öleli eskisi gibi değilim
Baharları beklemiyorum nedense
Kışlar üşüttüğü kadar,
Acıtmıyor ellerimin üstlerini
Nasıra boyayıp çatlatamıyor artık
Ve kondurmuyorum kendime
İnce hastalıklı ihtimalleri…
Düşünmüyorum inceden inceye
Annem ne zaman güldü
Kardeşlerim ne vakit el öptü
Yahut terastaki güvercinler
Ne zamandır konar denizliğe
Sormayın ne zaman doğdum
Günlerden neydi
Vakit öğlene mi geliyor
Yoksa akşama mı ağıyordu
İlk kime götürdüler beni
Zıbınım nerede, annemin kucağı
Sağ kulağıma okunan ezan
Bahçede dut dalına kurulan salıncak
Yere kapaklandığım nazar
Dededen kalma kondu
Hatırlayan var mı hatta
Tahsildar Muzaffer efendi nasıl biri
Memleketin
Çardaklı kahvelerinde
Konuşulur mu hala ismi…
Sormayın ömrün en tatlı lokması,
Hangisiydi?
Babamın emekliliği
Anamın yoğurduğu hamur
Teknesinde nasıl mayaya gelirdi?
Vatan gibi kutsal
Tanrı kelamı kadar
Doygun ve tok
Kuru bir somundur eskilerim
Tüp sırayla, yağ kutuyla
Hükümetin karneye bağladığı
Bir zamandır memleket
Unutulup gidilesi
Sormayın, sormayın şimdi…
Bilmedim hiç,
Deniz nedir kimdir necidir
Su boğarmış meğer,
Ölüm de varmış hatta,
...
bilemedim…