3
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1354
Okunma

Evet, dedi gölge
güneş yavaş yavaş gitmekte.
Bundan sonrasını artık ben değil
yazarımız anlatacak.
Senin
yani balcı’nın oğlu Seyit’in hikayesi
artık romanlarda
kitaplardan okunacak.
Benden bu kadar
haydi eyvallah
güneşli bir günde görüşürüz inşallah…
İstanbul…!
Devleti Ali’nin ve nice uygarlıkların başkenti
kollarını balcı’nın oğlu Seyit’e açıyordu
ve Seyit’in hikayesi burada başlıyordu.
İstanbul güzeldi
İstanbul zengindi
İstanbul ayrı bir dildi
kültürdü
sanattı
şiirdi
özgürlük
ve uygarlık demekti
ama tüm bunlar
balcı’nın oğlu Seyit
ve onun gibi yoksullar için
hiçbir şey ifade etmezdi.
Onlar da İstanbul’dalardı
ama İstanbul’da yaşamıyorlardı.
İstanbul’un dışında bir İstanbul daha vardı
suları yağmurdan
yolları çamurdan
insanı yoksuldan olan
gecekondular vardı
ve yoksul insanlar
ve emekçiler
ve Anadolu’dan kopup gelenler
oralarda yaşardı.
Bir ekmek uğruna
köyünü terk edip gelen
yoksulluk kader değildir diyen
biraz olsun ileriyi gören
maraba babası gibi
yaşamak istemeyen
genç yaşında beş çocuk sahibi olmuş
çoğunlukla amele
sıvacı
çöpçü
köylüler yaşardı burada.
Ve çok daha zordu
ve çok daha beterdi
dört dağ arasındaki köydeki yaşamdan.
Yağmur suları biriktirirdi kadınlar
çamaşır ve banyo için
içme suyunu
çok uzaklardan
saatlerce kuyrukta bekledikleri
bir hayrattan taşırlardı.
Ve sanki herkese yetecek kadar ekmek varmış gibi
düşünmeden
durmadan
çocuk doğururlardı.
Tarla ve ahır işinden kurtulduk
artık insan
artık evimizin hanımı olduk
derlerken
binbir çile
ve yokluk içinde
ömür doldururlardı.
Çoğu okur yazar bile değildi
hiç biri ev hanımı olamadı
yoksulluktan
susuzluktan
başını kaldırıp
hayattan
tat alamadı.
Bir gün
bir saat
bir an bile
İstanbullu olamadı.
Her sabah gün doğmadan
gecekondulardan
erkekler akın akın inşaatlara
kadınlar
zengin evlerine
küçük atölyelere
akardı,
küçük kardeşlerine bakan
kendileri de henüz küçük olan kızlar
akşam olunca
eve dönecek olan
anne ve babalarının yollarına bakardı.
Balcı’nın oğlu Seyit de her sabah
bu evlerden birinde uyanır
yollara düşüp
yarım saat yürüyüp
okuluna varırdı.
Eniştesi almıştı bu evi
şimdilik iki odası ve bir banyosu vardı
tuvalet dışarıda
ve mutfağı çok dardı.
Ama eniştesinin parası olunca
iki oda daha yapardı.
Balcı’nın oğlu Seyit
okuyor
okuyor
okuyordu
okudukça
her şeyi daha iyi anlıyordu
okudukça
yaşananları kavrıyordu
gecekonduları
içinde yaşayan yoksul kadınları
inşaatlarda amele olarak çalışanları
İstanbul’u
gazinoları
mağazaları
patronları
görüp
bilip
tanıyordu
Bu gerçekleri kavrayıp bildiği için de
her gün yarım saat yürüdüğü yola aldırmıyordu.
İlk günler
çamurlu ayakkabılarıyla sınıfa girince utanmıştı
sonra sınıfındaki bir kıza ilgi duyunca
bunun da önlemini almıştı
her sabah evden çıkarken
ayaklarına bir naylon geçirir
okula yaklaşınca çıkarıp atar
sınıfa temiz ayakkabılarla girerdi
bütün bunlar
sadece ve sadece
o güzel gözlü kız yüzündendi.
Balcı’nın oğlu Seyit’in dünyasını değiştirecek kitapları
kendisine
ilk defa
o güzel gözlü kız verdi.
“bu kitabı okumanı istiyorum” demişti
ve gülümsemişti.
Üç günde okuyup bitirdiği
nerdeyse satır satır ezberlediği
o kitabı alırken
eli eline değmişti.
“Yaralısın” kitabın adıydı.
yazarı Erdal Öz’dü
ve güzel gözlü kız
balcı’nın oğlu Seyit’in içinde
artık sönmeyecek olan bir köz’dü.
DEVAM EDECEK...
5.0
100% (1)