22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1252
Okunma

sen bir zamanlar
korkar adım ölürken bizden…
biz bir zamanlar…
bize (ait) kederinden başka bir şey
bırakmadığın vasiyetinden
sana ait siyah-beyaz bir fotoğraf çalmıştık.
hakkımız değildiyse de inan…
hiç utanmamıştık zira/ hiç değilse
yaşadığın yâr’dan yazarsın belki diye
günü geceye/ geceyi düne ağlatan
sabrımızın bamteline…
tırnaklarımızın en kırgın ucuyla
dokunmuştuk bir kere
bin kere konuşmuştuk sonra biz bunları
kederimizle karşılıklı oturup da
her gece/ inan her gece…
ve yazgımıza aldırmadan
kimselere çaldırmadan
yani siyah-beyaz servetimize
gözümüz gibi bakarak…
aramıza vaktiyle dizdikleri kentleri bir yana bırak
köy- kasaba -bucak!..
hem bir sokağın bu ucundan başlayıp
ta öbür ucuna kadar/ bucak bucak dolaşarak
yormuştuk ağzımızın içindeki
mavi-yeşil soruyu:
“sizce bu gözlerin rengi ne?”
biliyor musun
yalnızca arkamızdan gülmediklerini
yanaklarımızdan düşen kırmızı gülleri
yerlerden yaprak yaprak toplarken düşe kalka;
yola yeniden koyulduğumuzda anlamıştık…
ama dünya küçücüktü ve yeminliydik
ve deliydik ve bulacaktık cevabı
gözlerimizi…
mavi-yeşil bir denize/ sora sora
tabanlarımızı yora yora/ zorla kavuşturacaktık!
şimdi hâlâ kederimizle
oturup konuşuyoruz da bunları
ne tarafından baksak
hep o meczup kanaate varıyoruz
biraz buruk… çokça korkak…
sen o zamanlar koşar adım ölürken bizden…
biz tüm zamanlar boyunca
hakkımız olmayan siyah-beyaz bir günahın elleriyle
her saniyesi hakkımız olan
rengârenk bir hayat yakmıştık!
JD