4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1155
Okunma

Ankara, Ağustos 2009
Uyandığım sabahlara
Yokluğunun laneti siniyor
Ve üstüme kapanıyor bulutlar
Yağmur damlaları çarpıyor
Gündüz düşlerime
Gidişine ağlayamıyorum
Git deyişim kadar
Fukara bir yalnızlık
Oturuyor karşımda
Ve aynalar küsüyor her bakışıma
Ses yok, soluğun yok
Boynunda duyduğum gaip kokun
Teninin nefesini bulup ürpertmiyor
Ruhumu derinden
Şu salon
Ne kadar ihtilâlim varsa düzene
Bir bir omuz verirken duvarlarıyla
Sana git deyişimin yasını tutuyor ardından
Sen şimdi gözgöze geldiğim bu duvardan habersiz
Kimbilir hangi aşüfte sevdalardasın
Halbuki sırtımı verdiğim duvar
Az önce başımı okşamadı mı o soğuk edayla
Nasıl bir mahrumiyete adanmışım meğer
Duvarlar bir bir sevdalı zamanlarımı hatırlatıyor
Oysa bir aralık bulsalar hayata
Hürriyet diye bağırmaz mıydı ruhum
Hür kalmaz mıydı sana mahkum şu zamanlar
Pencereleri parmaklıklı
Dayalı döşeli esaretlere
Zehir zemberek küfürler savursa da baykuşlar
Kaç şehir kökten bozsa da ahdini
Suskun bir çığlık koparmayacak mı bir daha karanlık
Ta şuramdan, içimden
Yokluk tarlalarının açlık hasatları gibi
Devşireceğim bu güz ölümü,
Süre gitmesi mukadder ömrümden…