7
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
2495
Okunma
dilim varmazdı kederimi anlatmaya
korkum şivesi bozuk bir sessizlikti
alfabesi yitik bir dil olurdu gidişin
ki; yokluğun bütün dillerde kimsesizlikti.
bilmeyebilirsin belki;
kapanmış tüm çağlardan geliyordum sana ey sevgili
alev buğulu rüzgarlardan,
adınla başlayan günlerin erkenci akşamlarından
ve
çiseliyorken aşk,
yetim yağmur tanelerinde ıslanmış
bir sürgün yolculuktan...
antik ve derin bir mağlubiyete gömülü
mağrur bir yenilgiydim geçtiğim bütün kentlerde
Antiochus’tan mirastı
inadına güneşe dayanmış alnım
-ki her hüznün gün doğumuydu sırtımı sıvazlayan Mezopotamya şefkati-
ve
en derininde yaş(l) anmış acımasız sırlarla
gözlerine taşıdığım gözlerimdeki kıyameti…
bilmeyebilirsin belki;
Midyat’ta yezidi bir bakıştım ben güneşe dönmüş kavruk bir hüzünle,
limansız bir yalnızlığa kurulmuş sahipsiz bir takvim,
imlasız ve imzasız bir şiire düşülmüş tarihsiz bir dipnottum…
kaf dağının ardındaydı aşk
ve daha ismin yokken düşlerimde
yüzün,gözlerin ve gülüşün çizilmemişken gökyüzüme
yıllar öncesinden sana aşık bir ruhtum ben,
bedensiz ve bedelsiz bir bekleyişle zaman çarmıhına gerilen…
ateş ırmaklarında vaftiz edilmiş Süryani bir yürek
ve alev denizinde bir kürek mahkumu
-bir çift elaya bedel olsun diye belki de-
şimdi;
kır saçlı duygulara yenik düşen yorgun bir eylül hüznünde ses
ve kısa yollarda seyreden uzun bir yolculuktur yalnızlık
ki her durak senin göğsünde anlık bir nefes…
bilmeyebilirsin belki…
ben tarihimden silerken miladımı
anladım ki beni uslandıran zaman değildi sendin
sen binbirinci masala vererek adımı
geceyi gündüze teslim edendin…
5.0
100% (3)