0
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
112
Okunma

Bir zamanlar Dünya’nın bütün haritalarını
Senin avuçlarında sanardım.
Nereye gitsem sana çıkardı yollar,
Nerede üşüsem, senin gölgen örterdi üzerimi.
Sen o devasa dağdın; ben eteğindeki küçük, ürkek dal
“Büyüme,” derdin sanki susuşlarınla.
“Burada kal, bu kuytuda…”
Ve ben büyümekten korkardım
Sırf o kuytudan kovulmamak için.
Ama bugün
O sokağın ortasında,
Bir romanın son sayfası gibi duruyordun.
Zaman o mağrur tapınağın sütunlarına
İnsafsızca karlar yağdırmış.
Saçların…
O sığındığım siyah ormanlara kış gelmiş.
Omuzların düşmüş,
O yıkılmaz sandığım kale duvarları çatlamış.
Uzaktan izledim seni
Bitmiş bir filmin jeneriğini izler gibi
Hüzünlü ama kabullenmiş.
İçimdeki o küçük kız, o yaralı ceylan,
“Koş,” dedi.
“Koş ve son bir kez sarıl boynuna!
Belki o koku yine ev gibi hissettirir,
Belki o kollar yine durdurur dünyayı…”
Ayaklarım titredi; bir adım öne düştü gölgem.
Ama ruhum… ruhum olduğu yerde,
Bir çınar gibi kök saldı toprağa.
Çünkü anladım
Sana sarılmak, o anı kurtaracaktı belki
Ama beni öldürecekti.
Çünkü sana sarılmak,
“Ben hâlâ o muhtaç çocuğum,” demekti.
Oysa ben büyüdüm.
Ben senin yokluğunda,
O mektubun vadettiği “incitilmezliği”
Kendi etimden, kemiğimden zırhlar örerek öğrendim.
Meğer büyümek neymiş biliyor musun?
En sevdiğin masal kahramanının aslında
Kostüm giymiş bir fani olduğunu fark etmekmiş.
Büyümek; sığındığın limanın,
Artık senin okyanus gören gemine dar gelmesiymiş.
Sen o kıyıda, o sığ sularda,
Çocuklarla oynamaya devam et.
Onların sana ihtiyacı var,
Onların gemileri kâğıttan henüz.
Benim gemim ise açık denizlere vurdu kendini.
Yolun açık olsun,
Çocukluğumun ihtiyar kaptanı.
Sen kıyıda kal,
Ben fırtınaya gidiyorum.