0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
67
Okunma
gece, alnıma kazınan eski bir öykü misali
sessizce indi omzuma
ruhumu okşayan nur
sanki bilge bir öğreticinin
unuttuğum adımı fısıldıyordu
içimde;
küllerinden doğmayı bekleyen bir anka
gölgelerle konuşan bir ateş
yüzyıllık yıllık uykusundan
henüz uyanmış bir yanardağ vardı
hangi yanımın gerçek olduğunu
hangisinin beni sakladığını bilemedim
yoluma düşen taşlar bile
yazıgının soluğunda susuyor
ben sustukça, içimdeki gölgeler
bir gizeme dönüşüyordu
varlığım
kainatın kapısında bekleyen
isimsiz bir kehanetti
sonra bir ses
ne benden, ne dışımdandı:
“yaz kendini,
yaz ki aynanın ardındaki sen
yeryüzüne inerken yolunu bulsun.”
kalemi aldım
mürekkebi hayatın can damarından çektim
her sözcük
ruhuma değen bir tılsım oldu
her harf
zamana bırakılmış bir büyü gibi açıldı
o an anladım:
ben bir bedenin içinde yürüyen adam değilim
göğün unuttuğu bir dizeden ibaretim
yazdıkça tamamlanan
yazmadıkça eksilen
sessiz bir sır cümlesiyim
5.0
100% (1)