18
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
228
Okunma

Yaylalar…
Adını alsam dilime, bir rüzgâr eser içime.
Çocukluğum çıkar önüme,
yürür yamaç yamaç.
Bir tın sesi, bir su şırıltısı,
bir de anama benzeyen o serin sabah…
Yaylalar…
Dumanı tüten o taş evler şimdi birer gölge.
Bacası sönmüş ocaklar gibi duruyor içimde bir üşüme, bir özlem.
Kim bilir kaç gülüş kaldı geride,
kaç masumiyet bıraktık o yeşil örtüde…
Dağ taş beni çağırır:
“Gel hele, gel de eski günlere değsin yüzün.” diye.
Ama elim uzanır, zaman kayar gibi.
Çocukluğum ise sanki sürçer bir uçurum dibine.
Bir su vardı…
Avuç içime değdi mi
dünyanın bütün yorgunluğu düşerdi omzumdan.
Sallardık bacaklarımızı; çıp çıp sesleriyle oynardık.
Şimdi o sudan içsem gider belki susuzluğum,
belki kırık bir hatıranın kenarı ıslanır yalnızca.
Bir rüzgâr vardı…
Saçımı değil, içimdeki masumluğu ürpertirdi.
Şimdi esecek olsa, ah o temiz havasıyla
toprağa düşmüş bir fotoğraf gibi savurur beni.
Yaylalar…
Tertemiz yüreklerin eviydi,
“Gel otur.” diyen kapıların,
“Buyur.” diyen gözlerin memleketiydi.
Şimdi o kapılar kapalı. Ya da değil belki…
Ama bizdeki eski adımlar yok,
bizdeki çocukluk sesi yok…
Belki de bizi oraya çağıran o eski günler
sadece hatıralarda kalmış.
Ana sesi gibi yaylalar,
baba eli gibi emek,
kardeş gülüşü gibi sıcak…
Hepsi bir ağıt şimdi,
başını dizime koymuş yıllar gibi ağlamakta.
Gurbette büyüdük,
sıla içimizde bir sızı oldu.
Özlem bir diken,
vuslat bir yamaç kadar uzak…
Yaylalar…
Keçi çanlarının ahengi,
sarı çiçeklerin sükûtu,
bulutların gölgesine gizlenen o eski günler…
Hepsi birer ağıt şimdi,
yüreğimin taş evinde çınlayan birer hüzün.
Ve ben sorarım kendime:
Bizden ne kaldı geriye,
yaylalardan esen o masum rüzgârdan başka?
Yüzümüze çalamayan…
Ey yaylalar…
ALİ RIZA COŞKUN
5.0
100% (21)