6
Yorum
24
Beğeni
0,0
Puan
342
Okunma
Bir gece, saat üç sularında
Kadın uyanır
yalnız değildir.
Perdenin ucunda bir rüzgâr asılı kalmıştır,
saat tik tak etmez,
kalbinin atışı bile susturulmuştur.
Odasında bir çocuk durur.
Ne konuşur, ne kaçar.
Gözleri tavan arasından düşmüş bir eski oyuncak gibi bakar.
Kadın sorar:
— “Kimsin sen?”
Çocuk:
— “Ben senin ilk uyanamadığın rüyayım.”
Ve yürür,
duvarlar açılır ona.
Geçtiği her yer
toz olur,
anılar olur,
anneler, babalar, kaybolmuş sabahlar olur.
Kadın peşinden gider.
Ev büyür,
tavan eğilir,
ayna kırılır
ama kırılan yansıma değil,
unutulmuş bir gülüştür.
Bahçeye çıktıklarında
çocuk yoktur artık.
Yerinde, boş bir salıncak.
Gıcırdar.
Ve rüzgâr, nihayet anlatır her şeyi:
"Bir rüyayı ne zaman hatırlarsan,
o rüya seni yeniden düşlemeye başlar."
Kadın uyanmaz.
Çünkü uyanmak,
bazen
rüyayı öldürmektir.