0
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
140
Okunma

Onu ilk gördüğüm gece, gökyüzü bile yerini ona bırakmıştı.
Adını sorduğumda, dudaklarında ince bir gülümseme belirdi:
“Tutaste…” dedi.
O an anladım; bu sadece bir isim değil, karanlığa dokunan bir ışığın adıdır.
Sokaklar suskun, taşlar ayın gümüşüne bürünmüştü.
Saçları geceyle akraba, teni ay ışığının kardeşiydi.
Her kelimesi, rüzgârın uğradığı pencerelerde yankılanırdı.
Gözlerime baktığında, bin yıldır aradığım limanı bulmuş gibi hissettim.
Ama liman dediğin her zaman güvenli değildir;
Bazen gemiyi parçalayan fırtınadır.
Ben, o gece, kendi fırtınama yürüdüğümü bilmeden adımlarımı hızlandırdım.
“Sevmek yanmaktır,” dedi Tutaste,
“ama kül olmak, korkaklıktır.”
O sözleri, yüreğimin en dar sokağına kazıdım.
Gece her çöktüğünde adını göğe yazdım, yıldızlara emanet ettim.
Onu düşünürken şehir küçülürdü, ben büyürdüm.
Yürüdüğüm her yolda ay ışığı peşimden gelirdi.
Yüzünü göremesem de, gölgesi bile bana yetiyordu.
Artık biliyordum: Tutaste yalnızca bir kadın değildi.
Bütün kayboluşlarımın sebebi,
Ve bütün dönüşlerimin bahanesiydi.
Ay ışığı onun adıydı… aşk ise benim suçumdu.
Şimdi her gece göğe bakıyorum.
Hâlâ orada parlıyor.
Ve ben hâlâ, bir gün yeniden bana bakmasını bekliyorum.
5.0
100% (4)