0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
76
Okunma
Uzak bir katedralde, son mumlar erirken,
Suskun dualar ruhumu bir umutla sardı.
Deniz kabuklarından çıkan pırıltılar silinirken,
Gölün donmuş yüzeyi, gölgeleri gizledi.
Üzerimde yükseliyordu, buzdan bir hükümdar,
Ormanın efendisi, ayazın soğuk nefesiyle.
Sanki bir kuzuydum, o ise kasvetli bir dağ,
Ve kaşları çatık, elleri sertleşmiş bir kaderdi.
Her seferinde bir gün daha kalmamı fısıldıyordu.
Safir ve kuvars kristaller arasında,
Derin kanyonların yamaçlarında gizlenmiş.
Sonsuzluğa uzanan kış havasında bir rüya yaşıyorduk.
Rüzgarın uğultusu, gökyüzünün feryadına karışıyordu.
Belki bu dünyada değil, belki bir sonraki hayatta,
Belki karın prensesi olarak taç giydim.
Onun buzdan tahtının yanına yerleştirilmiş,
Beyaz tüllerle sarılı bedenim yavaşça karla kaplanırken,
İki yıl, bir an gibi eriyordu içimde.
Bir masaldaymışım gibi bir his vardı ruhumda,
Sanki her şey bir oyun, bir yanılsamaydı.
Sisler içinde eriyen savaşçıların dansları arasında,
Sonunda şansımız, ince bir buz tabakasıydı.
Burada bendim buzun kraliçesi, ve o benim kaderimdi artık.
Bir gün ansızın,
Şafağın kızaran yüzü, sonsuz bir griye dönüştü.
Kader, tüm vefasızlığıyla bize sırtını dönmüştü.
Soğuk o kadar keskin, öyle derinlere işliyordu ki,
Sanki zaman, soluk alışını bırakmıştı.
Kadim ormanımız, patlamayı bekleyen bir bomba misali,
Gri gökyüzünde ölü yapraklar, buzdan heykele dönüştü.
Bir zamanların yaşam döngüsü, hıçkırık sesleriydi,
Toplu mezarlara dönüştü her bir neferin düşü.
Göçmen kuşlar çoktan terk etmişti bu diyarı,
Donmuş dallar arasında, ölü çiçeklerin yeniden dirileceğine inanmak zordu.
Eski toprak öfkelendiğinde, ve açık denizi kamçıladığında ayaz,
Asırlık ağaçlar, buzla kaplı dallarından kopuyordu.
Sarayımız, ıssız bir kabuk, bir hayalet ev şimdi,
Bizden başka herkes, güneye, sıcağa göç etti.
Mavi dudaklar ve titreyen çeneler,
Don, ölümcül bir kefen gibiydi üstlerinde.
Dokunduğu her şeyi, bir sessizlik gibi yok edip geçiyordu.
İnce yazlık kıyafetimle, buz fırtınasında sıkışıp kaldım,
Pembe dudaklarım, mora çalan bir renge döndü.
Meleklerden geriye, toprağa düşen beyaz bir tüy kaldı,
Tertemiz, dokunulmamış, umutsuz bir hediye gibi.
İlk kar taneleri değil,
Mikroplastiklerin ve ağır metallerin beyaz pullarıydı bunlar.
Evimi özlediğimi fısıldıyorum, çıplak dizlerimin üzerine çöküp,
Yana yakıla dua ederek.
Etrafımızda buzlu sarkıtlar, keskin kılıçlara dönüştü.
Ben donarken, ormanın kralı gülümsüyordu,
Bakışları parlarken, buza yansıyan alaycı hikayeler anlatıyordu.
Burada kanıt toplamak mümkün değil,
Ancak önceden biliyordum, bu işin bir bedeli olduğunu.
Zamana karşı asla kazanamayacağım bir savaştı bu,
Bir daha asla eve dönmeyeceğim.
Mezarımda boş bırakıp tabutumu,
İlk şafakta döneceğim.
5.0
100% (1)