5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1236
Okunma
Sen vesikalık resmimi gazetelere vermişsin
Solmuş değildir henüz teslim edebilirsin
Bir an durmadı ki göğsünün üst cepkeninde
Bırak kalsın sarı soluk sayfalar içersinde,
kayıp aranıyor köşesinde…
Gök mü uçsuz bucaksızdır, deniz mi ufukta uzayan.
Yağmur serpiştiriyor, bir baskın ucundayım, İstanbul yüzüme tükürüyor
Bütün söylenmemiş sırları tekrar geriye damıtarak
Kollarım kasılıyor, ayaklarım çekiliyor mu desem
Çınar ağaçlarında boy boy adamlar asılıyor
Üçüncü sayfada dram diye anılarak
Adam mı becerecektir yoksa kadın mı, dur, gitme diyebilmeyi.
Ama bütün kelimeleri anahtarlığından söker gibi
Tekerleyerek bırakıveriyorsun masanın üstüne
“Git beni bekliyor su perisi”
Ne olmuşsun bilmiyorum, bu dönen iki kol arasına sıkışmış bayrak değil ki
Bu gömleğin beyaz, kaptırmışsın dişliler arasına
Herşey ayan, gözlerin gökyüzüne kilitli
İstanbul’a kasım düşüyor şubat’ın ortasında
Gecenin yüzüne vuruyor kızılı seni tanıdığım ikindi vaktinin
Şehri ikiye Marmara değil çatık kaşların bölüyor
Ve köprüler değil, rüyalarım birbirine bağlıyor
Üstüme bir kasım örtüyorum, perçemin değiyor gözlerime
Üstüme bir şehir bırakıyorum çırılçıplak, Yeditepe’ye inat
Güneş ilişmiyor, yüzümü ellerin örtüyor gölgedeyim
Bir tepenin üstünden seni arıyor gibiyim, sanki ortasındasın, milyonların içinde
Sanki her tepeden çukuru akanda sen varsın
Hani iyiliği tuttu bu şehrin gözlerime seni bulduracak
Oysa gece vaktidir, güne çok uzaktayız
Oysa gölgen çekildi, sanki toprağa sindi
Yüzümü dönsem her yönden esen meltem sensin
Cereyanında kalansa ben iki şehrin
Sana sarı saçlı, sarı pudralı bir güneş, gökçe
Ben yarımca mırıldandığın, köpük benizli ezgi
Sen bu melodiye apansız es koymuş nazım, dizgi
İçimde bir yerde dolanmakta siluetin.
Ezgi Gürçay