35
Yorum
86
Beğeni
5,0
Puan
869
Okunma


Boyası dökülmeye yüz tutmuş bir halde,
Yılların yorgunluğunu taşıyan acı bir sesle
Ağır ağır açıldı mavi kapı.
İçeriden bir huzur yayıldı,
Hem güle hem lavantaya benzer bir koku...
Tozlu odanın köşesinden
İncecik süzüldü ışık, yüzüne.
Titreyen elleriyle bastonunu tutan,
Tonton yanaklı, boncuk bakışlı bir ihtiyar:
Şevval Hanım.
Ellerini birleştirip doğrulur gibi yaptı,
Derin bir nefes aldı.
Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı
Ama kapısının eşiğine bakınca
Yüzü düştü birden.
Oldum olası sevmediği şu çıkıntıya
Kim bilir kaç kez takıldı çocuklarının ayağı.
O vakitler demişti adamına:
“Şu çıkıntıyı düzelt.”
Ama nafile…
Birlikte yapmışlardı evin her bir detayını,
Şevval Hanım tutmuş, o çakmıştı.
Şimdi ise söküp atmaya kıyamıyordu.
Göz göze geldi eşikle,
Ayağını yavaşça kaldırdı,
Üzerinden geçti.
Hemen sağında,
En az kapı kadar eski bir sandalye
Yılların izini taşısa da
Hâlâ sağlam, hâlâ pürüzsüz.
Emin bir halde oturdu usulca,
Yorgun dizlerini kıvırıp
Bahçeye seyre daldı.
Gül kokusu,
Aslanağzıyla karışmıştı,
Üzerinde bal arıları dans ediyordu.
İç geçirdi:
“Bir zamanlar çocuk sesleri yankılanırdı burada.”
Her köşede bir hatıra saklıydı.
Oğlu defalarca demişti:
“Satalım, iki daire veriyorlar.
İçinde sıcak suyu, kaloriferi, balkonu bile var.”
Ama o hep karşı çıkmıştı:
“Ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın.
Ben sağken kimseye vermem!” diye
Sessizliği, ılık rüzgar böldü.
Sundurmaya kadar gelen tozlu yapraklar
Hafifçe kıpırdarken,
Serçe kuşları çıkageldi,
Hep bir ağızdan şakımaya başladılar.
Gözü duvardaki aynalı dolaba ilişti.
Besmeleyle kalktı,
Dolabın önünde durdu.
Bir dokunuşla kapak açıldı.
İçeride,
Yıllardır aynı düzende duran,
Dokunmaya kıyamadığı adamına ait eşyalar:
Kol saati,
Cüzdanı,
Tıraş aleti...
Deri kaplı,
Kenarları yıpranmış bir cüzdan çıkardı.
Buram buram anı kokuyordu.
Gözleri dolsa da dökülmedi yaşları.
O yaşları artık içte birikiyordu.
Usulca yerine koydu cüzdanı,
Kendi tarağını aldı,
Aynaya bakıp saçını taradı.
Bugün günlerden cumaydı.
Az sonra ezan yükselecek,
Şevval Hanım başını eğip
Adamına Kur’an okuyacaktı.
Bahçeden gelen kuş cıvıltıları
Bir anlığına geçmişi taşıdı bugüne:
Şaşkın bir halde çevresine baktı.
Torunlarının koştuğu yaz sabahları,
Adamının kahvesini içtikten sonra
“Elini ver, gülüm… Çiçeklere bakalım,” dediği günler.
Şimdi neredeler?
Artık
Ne kuşlar eskisi gibi,
Ne de çiçeklerin yeri belli...
Sağında solunda koca binalar
Evinin önüne dikilmiş, boğmuştu onu.
Torunları büyüdü,
Evlenip barklandılar.
Torununun çocuğunu görmek bile nasip oldu.
Geride
Bir küçük kızı kalmıştı yalnız bırakmayan,
Bir de anıları...
Dolabı kapattı usulca,
Aynadaki siluetine göz ucuyla baktı
Ve fısıldadı:
“Ben hâlâ buradayım,
Bekliyorum.”
5.0
100% (40)