12
Yorum
82
Beğeni
0,0
Puan
1653
Okunma


Rüveyda’ya Ağıt.../ Nurullah GENÇ Şiirinden Esinlenerek Naçizane.. .
"Rüveyda’ya ağıt,,"
Siyah atlarla dörtnala koşturur ve kışlaya yakalanır kara gözlü tiryaki.
Otuz üç oktav kurşun zararı adedince ayrıkotları biter sesimin toprağında.
Ve koşulsuz el ele verir çamurdan ağaçlar.
Bilseniz ki ölüme götürülüyorum, susardınız.
Bu gece karanlık görünümlü seyisler, yolların sapağında benliklerini uykuya yatırmadıkları için korkuyorlar.
Akil melekeleriyle haşır neşir; içimizde tebdili kıyafet geziyorlar.
O sırada nehirlerden yukarıya doğru taşıyor sekiz başlı küçük ejderha.
Ve sen, gözümün nuru şiirlerimden önce geliyorsun bazen,
Yazık ki kifayetsiz hallerim yüzünden birileri darağacını kurmak üzere.
Ne tuhaftır insan etinin tabiatını dolduramamak… Doyuramamak…
Sevdiğim,,
Sen beni hep sev ve bütün yağmurlu geceleri unut.
Kalbinin iklimini kimseye belli etme.
Gidersem, bir gün bir yetimi giydir. Bir gün bir öksüzü buyur et evine.
Taşlar âleminin efendisinden iste soğuk maviyi.
Gururunun kıskacından kurtar anadan doğma çıplaklığını ve taşkınlığını.
Çıldırarak çıktım gece ortası uykumdan.
Volta attım biraz.
Orada ıslatarak; ıstırapla biriktirdim gözyaşlarımı.
Son düşlerin vagonunda kurt kuzuyla oynaşırken saat on ikiyi kırk beş geçiyor.
Yoksun.
Vedalaşmışız.
Peki ya bu vebalin altına bizi kim soktu?
Gurur abidesiyim balıkların karnında ve gök saçıldığı zaman, açlığı açıklığı anlatıyorlar bana.
Bir ölümlüye anlatıyorlar.
Mesele şu ki, yolları yürütmeyi geride bıraktım.
Varlık atlası ile çarpıştım.
Seninle helalleştim.
…
Ve çarmıha gerilen petunyayı arıyor gözlerim.
Simsiyah bir gecede tek seferde terk edilen kahverengi gözlerim, bir yabancının yutağında hazır ve nazır bekliyor.
Allah’ın ümidini koy şuraya.
Hüzün yüzünden kamçılama sakın çocukluk çağını
...ve unutma uçurtmayı uçurduğun tepeyi.
Doğum günlerinde yeniden doğ ki beni ölmeye götürmesinler.
Gençliğim soluyor.
Bunun için suçlatmam kimseyi.
Ne bir puta tapınırım ne de gereğinden çok severim şu hayatı.
Kaburgalarını sayıyorum sesimin.
Senin için, kocaman bir maziden vazgeçiyorum.
Çorak toprakların dağılmaya başladığı ve aydınlığın gün yüzüne çıktığı zamanlardayım.
Varlığın varlığıma her zaman hediyeydi.
Hadsizlik etmek istemedim yüzümü okşuyorken tan yeri saati.
Kayda geçmeyen zamanların kulisinde kilit altındaki sırları tek tek ifşa ediyor hayatı sevmeyen ikizler burcu.
Gecenin sonunda mahşeri hayal ettim.
Bizi gezdirdim ikiz ruhların arasında.
Kılıcımı kınından sıyırıp yere koydum.
Sonra…
Bütün bapların sonunda zırhların zırhını giyindim.
Bu gece, bana emanet ettiğin kuş tüylerinin ihtişamıyla göz kamaştırıyor ve göz kırpıyorum sana.
Bu gece siyah saçlarımı senin için taradım ve ördüm.
Kalanlarla kendimi güzelce ağırladıktan sonra çiçekleri vazoya yerleştirdim.
Kullanılmış hatıraları çöpe attım.
Tuhaflıkların arasından bin bir güçlükle tecrit ettim bizi.
Ve ben seni bir daha hiç görmedim.
Çok sevdim seni.
Çamurdan heykellere fırlattım gözlerini.
Son kez sen ve gölgen içimde bitesiniz diye yalvardım.
Saklambaç oynadım beynimle.
Oynarken, seni unutmuş gibi yaptım.
Hâlbuki unutmadım.
Beyaz gemiyi beklerken, rıhtımları ben çektim yüzünün kenarından.
Çalıverdim kalbinin kıblesini.
İstersem sağırlar koğuşu kadar sağır olurum nezdinde.
Hadi git.
Sendeleyerek terk et diyetinin kimliğini.
Koridordaki sandalyede emanet bırak ihmalleri.
Çürümüş ve çaresiz hissediyorum sevgimizi.
Belli ki sana koşturarak tükendim.
Belli ki çiçeklerle güzelleşirken o sırada ufukta Azizeyi gördüm.
Yarınlara doğru koşarken yuhalandım.
İşte bu yüzden geçilmez dedikleri çizgiyi geçtim.
Asla anlamadın.
Bezm-i elestten beri yalnızım ben.!
Bu şehrin mıntıkaları az önce şakaklarımdan içeriye pervasızca sızdırdı kederli neferleri
...ve kareli ekoseli gömleğim yerine bana bahşedilen cübbeyi giydim.
Rütbelerini taktım gecenin.
Sırf bu yüzden bu şehir, efkârlı günlere inat gebe doğacakmış ata yurduna.
Gönül köprüleri kuracağım diye paraladım kendimi.
Eşikte emzirdim gözlerimin irisini.
İçimin kaygan zemininde oynaşan ışıklar şimdi yoklar.
Getir sesime koy kör ve topal şarkıyı.
Getir kırılmasın kalbim.
Güftesi ve bestesi bize ait o nihavent şarkıda maveraya yolcular, yaratılmış ve yaratılmakta olan her şeyin sahibine secde ediyor.
Ekmek duası bizi azaba uğramaktan kurtarır mı?
Hangi şiirim yüzünden dağıldım ben?
Kimlerden özür diledim?
Ne için kapıya konuldum?
Lütfen söyle.
Söyle ki ıslık çalsın beyaz taşlar
Kulelerin duvarlarına sarkan bu fısıltılı şiirde, hüzün güzellemesi yaptım alelacele.
Sonrasında senin için sarıldım harflerin harekelerine.
Gece olduğu zaman, suyun öteki yüzünde, toprağa ve çarmıha seslenerek ve yağmur eşliğinde,
Ellerimi petunyaya vererek; karaya inerek dibe vurdum.
…
Bunca şeyden sonra hâlâ gözlerim gözlerini arıyor
...ve seni birleri gizliden gizliye sevecek diye ödüm kopuyor.
Ve birisi gözlerinden öpecek sanırım.
Oysa takatim yok buna.
Beni şurada sılaya dizip gittiğin gün yıkıldım.
Balkon kuşları için ağladım bir müddet.
Yetmedi. Kendi ellerimle temizledim korkuların selamlığını.
Öylesine güneşsiz ve öylesine sabahsız kaldım ki seni bulduğumu sandığım anda ruhumun kabzasında pamuk ipliğine bağlıydı güvercinler.
Ve dedim ki çekil canımın içinden havadaki güvercin!!...
Kaldır başını ve git şimdi.
Aynalar rüyaya gireceği yerde yoracakmış ruhumuzu.
Hazırlan.
Kalbim ve aklım, ruhumun kabz halinden çıkmasını beklemedi.
Misafir kuşlar yüzünden bize huzursuzluğu reva görüyorlar işte.
Mutluluğun muadillerini istemedim ki ben!!...
İyi bak Yusuf’un kuyusuna ve beni de unutma olur mu?
Kundakta ölü bir şiirle bıraktım ıssız kalbimi.
Bil ki kefaretini istiyor aşkının uçurumu.
Gözlerini kendi kaderine terk etme.
Kuşları çağır ve artık bu kadını üzme.
…
Ben hep seni buluyordum.
Sen içimde kayboluyordun.
En sevdiğim şey gözlerinin çukurunda yorulmamaktı.
Allah, insanı ölümlerden azat etsin diye yarattığından
Allah’ın evinin rahlesinde unuttum yaşamayı.
Tespih taşında, sayıklarken unuttum yaşamayı
Rahman göğünün güneşini içime çektim.
O gece lambalar gem vurmuştu göğsüme.
Hüznün adı, gece tülü olmuştu
Allah’ın Cemali sıfatları doldurmuştu kalbimin çemberini.
Bak işte sevdiğim, biz ikimiz ayrılık tamircisi değiliz.
Hiç mi hiç olmadık.
Biz insanız
İmanı uğruna ölenlerden çok sonra, güller defterinin ötresinden,
Öznesinden çalınmış ve heyulası bozulmuş rüya geçti değil miydi leylak zamanların geniş ağızı?
Sevdiğim,,
Şafak sökmeden dön kalbine.
Bahçeye gir.
Ola ki isterlerse kuşları Azizelere geri ver.
Beni bekle.
Taş kaldırımların duvarlarında, kendi derdimi unutup kendime kızıyorum.
Ölüm uykusunu diri tutuyorum.
Ayakta karşılıyorum hayalini.
Derdimin dermanı sen misin?
Yazık etmedik mi?
Değil mi ki sen bir ölü yıkayıcısısın.
Sen, büyük kapının ardındaki izlerin izi…
Ayağa kalk ve savrularak parçalanan topuz boşluğunu seyret sevdiğim.
Bu şiir öylece biterken çaresizim.
Sen bana, toprağın selamını getirdin ve avucumun içindeydin sevdiğim.
Ve şimdi…
Kurtuldum rüya kapanından.
Senin dünyandan gerisin geri çekildim.
Ağzımın içinde daima döner durur güzelim hayat.
Çünkü hayat güzel…
Ve tan yerinde bağırarak dişisini doğurtur çöl aslanları.
Hayat çok güzel…
Bu kez gözlerinin cinnetinin şiddetiyle kalburüstü sarardım ve korktum.
Ya inzivadan çekildim ya da davet edildim,
Halil İbrahim’in sofrasına…
Hayır, sana gitme demeyeceğim.
…
Pandabiyat Dergi Dördüncü Sayı
-Mahvash- / Munise Senem UÇAR