2
Yorum
19
Beğeni
0,0
Puan
660
Okunma

sen,
sıyırıp mavi göğü
omuzlarından
gümüş bulutların
altında bırakıp beni
kaçıp gittin.
boşluğuna karanlığın.
(...)
gün batıyordu hatırlıyorumda
şimşekler çakarken tenimde,
gürültülerden sonra
notaların Sİ’ye vuran
ara nameleri eşliğinde
sen bana
yokluktan geliyordun.
yüreğinde düş bozumları
avuç içlerinde ateşin çocukları
ve ayak parmak uçlarından
saçının her bir teline kadar
ten yangınları ki
çıkmaz patikalarında
önde atlılar
hiç dil bilmez kavimler
ve sen,
kuytularının derinliğindeydin
bir karınca yuvasında
gök/yüzünün nabzında..
savurup saçlarını n’densiz
aşk düşse ne olmuş ki
gözünden,
dünya yıkılmışken içime..
ve ben,
yüreğindeki geçmişin
üstüne sinmiş külünü
savurup tersiyle parmaklarımın,
içimi sana saklıyor
hacimler açıyorum
sana/sadece sana ki
bir son/bahar yaprağı gibi
tretuar taşlarına vurup kendini
mağrur ve bir o kadar ince
ve derinden
kelimelerini toparlayıp
yürek heybene
ve özünü
ve közünü
gidiyorsun öylemi?
ahh gözümde hasretin kaldı.
tenimde hararetin..
duyuyor musun?
eridikçe çoğalıyorsun içimde..
sen,
kelimelerimin içine sızıp,
dağılıyor/ dağlanıyorsun şimdi
o dönüşler.
bu gidişlerin içinde.
soruyorduM yüksek sesle...
şimdi nereye?
şimdi nereye...
bir/sen...
bil/sen...
ışıksız gölgelerin mi dersin
odamın içinde çoğalan
iki yakandan tutup,
otur! otur...
karşıma...
düşlerimi benden
düşüşlerimi benden
alıp gidiyorsun..
sola bak...
Ak...
çağlayanın intiharı
boşluğa bırakmaktır kendini.
Ak..
bentlerime dar gelmez
ıslaklığın ki
hangi mevsime kuş sesleri
böyle dağılır.
çatırdayan tavan gürültülerine
eksik susmalar bırakıp,
dilersen yıldırımlar bile serpip
göğüme gidebilirsin.
bilirim,
sen benimle hep!
hep...
kim?
biz...
biz kim?
diye diye...
susup beklediğin gölgelerin
bıraktıkları taşları avucunda
sıkıp sıkıp,
toprağa önce
ve yağmur damlasıyla balçığa
ama...
en çok sana yakıştı
tüm bağırmalarım
değmiş meğer sesimin teline!
boğazımda, sesimi yırtan
bir küfür gibi taşıdım seni/
cennetimin
duvalarlarına örerken seni/
sırtta bir tutam saç.
akılda dil bilgisi eksik dize
sakallarımda belli belirsiz
bir Ak,
parmakta kırık bir yüzük
midemde altın eriten asit
kaburgalarımda büyüyen
bir ağaç gibi
dalındayım yaşamın kuş gibi
uçup bir gün
çözerim dilimdeki düğümü
sahi
yüzümü dönsem duvara
kurşuna dizer misin beni
bu yüzden?
bir kaç kelime daha eklesem
yokluğuna/
kısalır mı süresi kavuşmaların?
(...)