1
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
544
Okunma

gümüş öykülerde, dilimiz düğüm düğüm. yetişemediğimiz sağanaklarda, kırık şemsiyeler gibiyiz..rüzgar, yarım bir cıva gibi süzülürken saçlarının kırıklarından, Işıklar içinde dokunuyorsun, geçmişle yüzleşmelerine..
(...)
"dahası mı?"
bileğinden tutup
kolunu kazağının,
avuç içlerine kadar
çekiştiriyorsun
tel tel saçlarında
belirgin nefret hali..
ya gözlerin,
dumanına inat sigaranın
dimdik yerinde üstelik
hiç kapatmıyorsun artık…
dizlerini dayayıp karnına,
göğüs hizanda tutuyorsun
sıkı sıkıya..
kendini, bir deprem/sel/fırtına
ya da daha görünmez
bir felakete hazırlar gibisin...
"gelişi güzeliz"
en çok bu gün üstelik..
tırnaklarını çıkartıp,
ve kırıp kanatlarını
kuşların
tuhaf intikamlarla
değiştiriyorsun seslerini ki
gün/yüzü görmemiş
büyülü sözleri unuttuk
kesildi yolum/uz.
geç kalacağım
bekleme beni.
baş kaldırıyorum şimdi
sivil itihatsiz
sensiz ve sessiz
çünkü
kıymeti kalmıyor
devrimci hitabetinin..
unutuyorum
ara geçişlerde
sana neyin yakıştığını
mavi ve kırılgan ses hali,
hafif dağılmış saçlar,
kendinden
emin bir duruş
ve yorgunsun artık…
midem ağrıyor,
asit ve süt dengesi
ve şüphe
dilime bulaşıyor zehiri
damarlarımdan
aklıma yürüyor
büyüyor orman orman…
"gözlerini açma!"
devriliyor kelimelerin
ve telaşların bulaşıyor
ayaklarına,
sen sarmaşık gibi
çekiliyorsun
hücrelerine ki
ben tutamıyorum
avuç içlerimle
yakmadığım ışıkların
karanlığını…
iki dudağımın arasında,
dilimle hapsettiğim
bir ses kadar belirgin şimdi…...
"eğer şimdi!" gidersem…
anlamadığın ne
biliyor musun?
kalmanın konuşmak
olmayacağı...
Islak tedirgin
ve terli bir uyku kadar
kısa ve bir o kadar
tatminsiz
rüyalar düşer
gözlerine ki
saçların bile aldırış
etmez buna….
dağılıyorsun…
kurumuş her şey gibi.
kumdan kalelerinle
yakıp gemilerini
yeniliyorsun
bazen kendine bile...
yazılarını okuyorum
sonra okuyorum
yazılarını.
nefes bile almadan,
AKciğerlerine yapışmış
kırıntıları heveslerinin
ve dilinde
intikam yeminleri
kısılıyor sesin
terliyor parmak uçların
keskin tırnak izinde....
özgürlüğü sevdin
ve çocukları.
ülkeler sonra
sınır sınır
bir ada, bir gün mutlaka
bir kıyı
hiç ayak basılmamış ki
kasaban hep oldu evet…
son putu devirip,
bozup tövbemi,
alçıya alıyorum yüzümü
yüzün gibi...
(...)