Okuduğunuz
şiir
31.8.2023 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Saf Sözcüğünün Sırrınaydı Açlığım
şiirlerin mantığını ararken..
renkli bir yemeni bağlandı hulyamın gün yüzüne ne bahar ne de kıştı mevsim beyazı tozlanmıştı ayak bileklerinin kâhkülleri çizerken alnıma düşünceyi kara üzüm gözlerinde çözüldü men/dilim
saçtı ilhâm ı; toprak yolun bekâretini imâ eden kadim bir mısradan aldığım mola
saf- sözcüğünün sırrınaydı açlığım ..
genişliyordu tahayyüle el sürmeden tasavvufa bakıyordu takvime eski zamansevdası doluyordu tasvire
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Ne derindir " saf sözcüğünün sırrınaydı açlığım " başlığı .Tüm uğraşlarımız buna ermek değil midir değerli şair. Güne gelen şiirinizi ve sizi kutlarım Selam ve saygılarımla.
icâbetinden muâf toplanmıştı saf’lar sevdanın bab’ı sarı çölün ortasına
- Şiiriniz çok güzel, tebrik ederim. Sizin gibi bir şairin duygularını paylaşması çok değerli. Şiirlerinizdeki sevgi ve tutku bana da cesaret veriyor. Kaleminiz daim olsun, yüreğiniz hep sevgiyle dolsun.
Arınmak ne demekti? Saflık ne demek? Nasıl o hale gelmişti erenler evliyalar?
Ne sırlar gizliydi yazdıkları şiirlerde! Anlamak istiyordum esrarlı dillerini. Sakladıkları sırları şiirlerinde aradım. Mevlanalar, Yunuslar, Mısri Niyaziler… Daha neler neler vardı edebiyat dünyasına imzalar atıp giden… Neydi onlara öyle çok, öyle derin, öyle değerli eserler yazdıran?
Hayal dünyam renklenmeye başladı, mutasavvıfların yazdıklarını okudukça. Gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı.
Ne kendisini kurtarmış olanlardan sayıyordum kendimi, ne de iyice günaha batmış… Orta yaşlardaydım. Ne çok genç ne de yaşlı… Tam peygamberlik çağı derler ya o zamanlar… Yaş otuz beş demiş ya şair… Olgnluk yaşı yani…
Ne kadar dikkat etsek de dünyanın tozu toprağı bulaşacaktı paçalarımıza. Değil mi ki üstünde yürüyorduk… Allah: “Nalınlarını çıkar!” dememiş miydi Hazreti Musa’ya! “Burası mukaddes Tuva vadisidir!” Tuva vadisi değildi ya dünya...
Tertemiz gelmiştim dünyaya. Bembeyaz… Kirlenmemiş… Günahın tozu konmamış üstüme… Ancak dünyanın tozunun ayak bileklerimi kirletmesine de engel olamazdım.
Allah, alınlarından yakalayacaktı günahkârları. O günahkâr perçemlerinden tutup cehenneme atacaktı zebaniler. Alınlarından… O beyinler onlara boşuna verilmemişti. Düşünmeleri, iradelerini doğru yolda kullanmaları için bahşedilmişti. Ben akıl sahibiydim. Düşünebilir durumdaydım ve sorumluydum! İnsan olarak yaratılmıştım çünkü. Eşref-i Mahlûkat olarak… O şerefi hak etmeliydim. Hakkını vermeliydim düşünebiliyor olmanın. İyi ile kötüyü ayırt edebilecek durumdaydım.
Kara üzüm gözleriyle gözlerime bakıyordu gerçek. Hakikat bendim. Önce kendimi bildim. Hakikat, benden ötede bir bendi. Kendimi sildim ve O’nu bildim. Kendini bilen, Rabbini bilirdi.
Gerçek apaçık ortadaydı. Durum bundan ibaretti. Gözlerim yaşardı. Mendilimle sildim. Men ve dilim… Ben ve gönlüm… Men ve dilim… Yasak ve dilim… Dilime sahip olmayı öğrendim her şeyden önce. Susmak ibadetti. En kolay ibadet susmaktı. En zor olan da susmaktı aslında. Dil, zaptedilecek gibi değildi. Otuz iki muhafız engel olamıyordu ona!
Mutasavvıflar, yazdıkları şiirlerle ilham saçtılar gönlüme. Yollarını gösterdiler. Hiç yürümemiş olduğum yollarını… Tarik… Tasavvuf yolu… En kısa yol… Kestirme… Patika… Taşlı tozlu… Toprak yol… Tertemiz, engin gönül yolu… Toprak, su, hava, ateş… Tasavvufta toprak, anlatıla anlatıla bitecek gibi değil! Başta insanın ana maddesi… Çok ama çok anlamlı… Zahiri ve Batıni anlamlarına girmeyelim şimdi. İnşallah başka bir zaman…
Nerde kalmıştık? Tasavvufi yolun güzelliğini ima eden eski bir şiirin beni esir alan dizesinde… Epeyce durup düşündüm orada. Nasıl saf hale gelebilmişti acaba o insanlar? Divanlar bırakmışlardı bizlere. Safiye makamı nasıl bir makamdı? Neler yapmak gerekirdi arınabilmek için? Takunyaları çıkarmak mı öncelikle?
Okudukça artıyordu bilgim. Hayal dünyam genişliyordu. Ancak henüz yaklaşamıştım bile tasavvufun anlamına. Her şey gibi onun da vakti vardı. O bir filmdi ama sinemaya girmeden seyredilemiyordu. Afişlerden mahiyetini anlamak mümkün değildi. Divanlar devirmek yeterli değildi. O kadar özel ve o kadar derindi. Dil işiydi her şeyden önce. Gönül işiydi. Aşk gerekirdi kişiye başta.
Filmi anlatıyorlardı dillerinin döndüğünce ama girip seyretmek için önce izne gerek vardı. O yolda seyretmek… Setr-i Sülûk etmek… Tırmanmak… Basamak basamak çıkmak merdiveni… izinsiz bahçeye girilmez, güller derilmezdi.
Zamanı gelmeliydi. Vakitsiz kuş uçmaz, çiçek açmazdı. Davet lazımdı. Yücelerden davet… Davet edilmeden icabet edilmezdi.
Yol arıyordum. Erenlere özeniyordum. Tasavvufu duymuş, okumuş, anlamaya çalışıyordum ama henüz tatbikat yoktu haliyle. O kapıyı arıyordum. Nerede olduğunu bilmiyordum. Kimin dergâhı? Kimin kapısı? Der, kapı demekti. Viş, eşik… Derviş olmak gerekti o kapının eşiğine Yunusça yatabilmek için. Dervişin yeri kapı eşiğiydi. Nasıl cesaret edebildim, ben de şaşıyorum! O kapıyı arıyordum.
Öylesine derinmiş ki tasavvuf… Uçsuz bucaksızmış. İşin sırrı ilkin susmakmış. Orada, adı sorulsa, soyadıyla birlikte söylese, geveze kabul edilirmiş gelen. Susmayan öğrenemezmiş. “Sükûtumdan anlamayan, sohbetimden hiçbir şey anlamaz!” dermiş eren. Onun önünde orurmak gerekirmiş öncelikle, arkasında saf tutmak, el bağlamak, halkasında yer almak… Ufuk çizgisi gibiymiş arınma… Yaklaştıkça kaçan… Sonunu gördüğünü sandıkça uzaklaşan… Açıldıkça açılan… Ucu bucağı olmayan… Yani… Yani hiç de öyle kolay değilmiş arınmak. Her babayiğidin harcı değilmiş.
Henüz davete icabet etmeyenler toplanmışlar saf saf… Aşkın kapısında Âlemlerin Serveri! O kutsal beldede… Sarı sıcağın altında… Önce o başlamış davete… Sonra icabet eden edene… Ayet tecelli etmiş nihayetinde. Saf saf geldiklerini görmüş. İslamiyet böyle ortaya çıkıp, dünyaya yayılmış.
Yürümek kolay değil bu kirlenmiş dünyada. Her taraf sılcan, kaya taş… Bugün dost yarın düşman; sırdaş, arkadaş, yoldaş… Yerine göre eş bile evlat bile… Her yerde yalan dolan, hile…
Dünya hayatı bir düş nihayetinde. Uykuda insan… Ölünce uyanacak. Ancak ne zorlu bir düş bu düş! Ne kadar tehlikeli! Uyandığında yükseliş de mümkün düşüş de… Boncuk boncuk terletiyor bu düşün sıkıntısı beni. Boncuk boncuk yaşlar akıtıyor yanaklarımdan zaman zaman. Boncuk boncuk sıralanıyor sözcükler divanlardaki şiirlerde… Boncuk boncuk zikirler tespihlerde… Esma Hüsna dökülüp geliyor boncuk boncuk… Bütün sırler bir kuyuda… Boncuk boncuk damlayarak çoğalmış orada.
Tekrar bağladım mendilimi. Men ettim dilimi. İleri geri konuşmak yok! Malayani söz etmek yasak! Ben gönlümü men ettim boş işlerden.
Ağır bir sevda bu! Öyle sıradan kul aşkı falan değil. Allah aşkı! Aşkların en güzeli! En özeli! En gerçeği!
Değerli Üstad Şiirinizi beğenerek okudum. Emeğinize, yüreğinize, kaleminize sağlık Her zamanki gibi harika bir şiir olmuş. Tebrik eder başarılar dilerim. Sağlıkla kal, Hoşça kal, Şiirle kal...🇹🇷
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.