3
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
739
Okunma
eylül travmalı aşk
bu yarım bir aşkın hikayesi...
yarım kalanların yarım hikayelerinden biri...
okuyan herkes ucundan kıyısından anlar belki
ama yalnızca eylül’de büyütülen o çocuklar yüreklerinde duyar bu sesi...
-onlar ki bir çoğu düş bile kuramadan ağız dolusu
yarım kalmış yarınlarına acıyı katık edip susturuldu
umutla değil korkuyla
omuz omuza değil /yalnızlığıyla kol kola büyüyen o çocuklar
şimdi yapışıp yakasına
"çocukluğumuzu geri ver" deseler o doksanlık bunağa
söyleyin hangi adalet itibar eder buna-
işte o bahsi geçenlerden ikisinin yolu
yolun yarısında bir zamanda kavuştu
birbirlerinin gözlerinde kayıp çocukluklarını görünce bu iki düş yorgunu
uyutup zamanı ve kapının ardına koyup dünyayı ışığa koştu...
kapanmıştı perde seyirci yoktu...
bir cigaranın ucunda yakıp bildik tüm replikleri
geçmişten gelen ve yarına yüklenen ne varsa soyundu
artık ikisi de tank gölgelerinden saklanmış
oyunları yarım kalmış iki çocuktu...
-güneş bir daha doğdu / battı...
zaman ilk kez bu kadar sabırlıydı-
lakin dünya yeniden zorlayınca kapıları
bütün yanlışlar bir bir ortalığa saçıldı...
gerçeğin başrolünde oynayanlar şimdi yasak bir aşkın iki figüranıydı
"ne kadar çok yanlış varmış en doğruyu öteleyen
ve ne çok şey öğrenmişiz bizi bizden eden" diye mırıldandı kadın
gözlerinde tereddütü görünce adamın...
-"makul ol derdi che " diye ekledi
gözlerini boşluğa dikip "imkansız" diyene...-
(asgari müştereklerde birleşen mantıklı çiftlerin
aşıklar adını aldığı bu zamanda yer yoktu elbet sahici aşklara...)
sonrası hep vedaydı
birden soyundukları ne varsa tek tek giydiler tenlerine bata bata...
ve her seferinde/bir gömlek daha aşka bir uzak daha...
gel-gitlerde boğuldukça ve soluksuz kaldıkça koştu kadın
yaşananları dil ile inkar göz ile ikrar eden ve her uyku sanrısında
"sakın gitme" diye sayıklayana...
yine böyle bir akşamda demledikleri geceyi içerken
"bize tanrı eli değmişti gözlerin gidince benden
o da elini çekti" dedi adama
"senin haberin yok mu tanrı çoktan öldü" dedi
ve cigarasından derin bir nefes çekip
kelimeleri ciğerinden söker gibi savurdu boşluğa...
"eylül’dü…çocuktum / hakiydi her yer
kocaman oyuncaklar gibiydi sokakları arşınlayan tanklar paletler
bir gece kapıyı kırar gibi giren üç beş asker
darmadağın edip tüm kitapları babamı sürükleyerek götürdüler...
giderken öyle bakmıştı ki gözlerime
bir daha bakamadım hiç kimseye izleri benden silinmesin diye…
annem yığılırken sedire
korkuyla koşup dayadım başımı hırıltıyla inip kalkan göğsüne
yolar gibi okşarken saçlarımı "su" dedi
bu uzunca bir sessizlikten önce son kelimesiydi
"üzülme" dedim suyu uzatırken
"allah baba’ya dua ederim yarın babamı gönderir eve..."
o gece ninemin ezberlettiği tüm surelerle sabaha kadar dua ettim
"çocuğun duası kabul olur" derdi ninem emindim döneceğine
-erimiş kurşun gibiydi genzinden dökülen kelimeler
ve kadının yüreğini dağlayarak söndü birer birer-
"gözüm hep kapıda babamı bekledim atlamak için boynuna
o gün dönmedi/ertesi gün de...
dilimde dua…dua…hep dua allah baba uyuyordu galiba
hiç kimse gelmiyordu her sabah azalan haber alma umuduyla çıkıp
her akşam omuzları biraz daha çöken
ve sanki her geçen gün biraz daha küçülen annemden başka...
o zamanki aklımla günahlarımı tek tek hatırlayıp
telafi de etmiştim laf aramızda
mesela/ şeytana uyup aşırdığım
melek sakızının parasını bakkal amca’ya...
hileyle üttüğüm gazoz kapaklarını bizim şişko rıza’ya
hatta inanmazsın ama iki yumruk bile attırdım
bir kavgada tepelediğim arka mahallenin haylaz çocuğuna...
olmadı/o beni duymadı...
o akşam annemin gözleri başkaydı artık ağlamıyordu
toplayıp tespihi seccadeyi sandığa kaldırıyordu
sandım ki allah baba hastalanmıştı ve artık namaza gerek kalmamıştı
demek dualarım bundan kabul olmamıştı
-ne yalan söyleyeyim sevinmiştim içten içe öyle ya /benim suçum yoktu...
yine de onun için dua etmeye başladım bir an evvel iyileşsin diye.-
o kış kömür bitmesin diye sobayı nadiren yakarak
o güzel kahvaltılardan geriye zeytin ekmeğe kalarak
bekledik / genelde yorgan himayesinde hep susarak
uğultuyla uyandım bir sabah sıcak yatağımdan çıkmaya üşenerek
sesleri ayırdetmeye çalıştım
sanki bütün mahalle tastamam bizde toplanmıştı
hatta babamla kavgalı yobaz hayri bile ordaydı
salona gitmek için mutfağın önünden geçerken
ocakta kocaman bir tencereyi karıştıran dul satı teyze’ye yakalandım
acıyarak baktı yüzüme "vah zavallı yetim" derken
yetim’in iyi bir şey olmadığını bakışından anlamıştım
kapıda vah vah tüh tüh sesleriyle karşılandım
"ahh ahmet ahh anarşik olacak ne vardı
bak olan bu sabiye oldu" diye dövündü hasan amca
diğerleri de vah vah sesleriyle katıldı ona
"o bir vatanseverdi" diye gürledi annemin aylardır duymadığım sesi
"herkes için aylardır kapımı çalmayan sizler için adil bir dünya istedi"
ne zamandır ilk kez omuzları kalkmış ayakta ve dimdikti...
"koskoca paşa yalan mı diycek gavur ruslara peşkeş çekeceğlermiş işte
allah razı olsun dinimizi kurtardı senin ahmet de öldüğüynen kaldı"
bütün mahalleli uğultuyla onaylayarak ve başlarıyla alkışlayarak
teyit ederken hayri efendiyi benim gözlerimden yağmur gibi yaşlar indi
hepsi babama ağladığımı zannetti elbet içinde ona dair yaşlarım da vardı
lakin o bir gün zaten ölecekti ben hiç ölmeyecek bildiğim
allah baba’ya ağlıyordum ki bunu kimse bilemezdi...
kalabalık yavaş yavaş dağılırken makedon teyze’nin fısıltısını duydum
"çok dövmüşler bunları yazık
hatta tırnaklarını bilem çekmişler tek tek aman aman evlerden ırak"
"az bile yapmışlar bu dinsizlere müstehak" dedi hacı hayri tıslayarak
ve kırçıllı çember sakalını şefkatle sıvazlayarak...
"kız fatmaa" diye kikirdedi bahçede mahmut amca’nın karısı fikriye
"senin tahsin yine içerde bu kez gaspten girmiş
bizim bey kolayına çıkamaz diyor en az beş sene"
"sorma ablaaa" diye sızlandı fatma kocaman karnını okşayarak
şikayetlerini geri alacaklar tahsin’imi bebeme bağışladılar
inşallah artık uslanacak yemin etti kuran’a el basacak
"aman aman aklında olsun" dedi makedon emine teyze
"bozarsa yine yeminini / tövbe edin kafasında ekmek kırarak"
"öyle öyle ben de öyle duydum" dedi fikriye abla’nın uzaklaşan sesi...
-bir rakı koydu kendine adam kısa bir sessizliğin ardından-
"anlayacağın" dedi iç çekerek "acımızı bize terk ediyor el alem
daha eşikteyken paspasa silip ayağında kalanı
koluna takıp gidiyor kendi hayatını
sonrası yok... sonrasında hayat hep teferruat
demem o ki gözlerime göz diken kadın etme / onları elleme
bu kez olmaz izin veremem hiç kimsenin o eşikten geçmesine
ve çekip gitmesine/ hele ki ölü bir tanrı eli değemez hiç bir yerime"
"tuhaf" dedi kadın gözlerini kaçırarak "
ben de işsiz babamdan yediği dayaktan ve yoksulluktan bunalan
annemi beklemiştim aynı dönemde...
eteklerine yapışmıştım ağlayarak
"babana bakacaksın büyüdün artık sen" diyordu
beni iterken ve kucağında kardeşimle çekip giderken
çok kanamıştı dizlerim koşup oynarken
ama bu kez başka türlü acıyordu kalkamadım düştüğüm yerden
ve bir daha hiç kimseye kal diyemedim gitmeye yeltenirken
-uzaklaşan topuk sesleri yüreğimi eziyordu
kafamda bitlerimi ayıklayan sıcacık kucağım gidiyordu-
ondan sonra günlerce yaklaşan her topuk sesinde
gözlerimi yumup "allahım ne olur şimdi köşeyi dönen annem olsun" dedim
yüreğim elimde beklerken pencere önünde
tam umudu kesip beklentimi gömmüşken bir sabah çıkageldi...
ama artık bir yanım hep eksikti ve bir daha sarılamadım eskisi gibi
gidebilen yine giderdi
yaralarımızı gösterdik ya birbirimize
artık ya dost oluruz ya düşman" dedi kadın
ve sıkıntıyla cigarasından derin bir nefes çekti
kurduğu son cümleyi dumanıyla saklamak ister gibiydi...
o günden sonra / birbirine yakalanmadan göz ucu kaçamak bakıştılar...
film üzerine film izleyip başka hayatlara kaçtılar ve hep sustular...
hasılı ne dost oldular ne düşman ama bir daha aşk da olamadılar...
günler zemheriye durmuş sonbahar gibi
güneşten ağır ağır koparak düştüler
onlar da artık birbirine dokunamayan birer düş’tüler-
o sabah kadının gördüğü saç tokasına kadar böylece sürüp gitmişti
düşlerin ortasına hakikat çengelli ve siyah bir saç tokasıyla
balyoz gibi inmişti
bir sigara içimlik tereddütten sonra çıkarıp kağıdı kalemi
"daha kolaydı elbet bir göze bakmaktansa
bütün gözlere bakıyormuş gibi yapmak
bir bedende kendine varmaktansa
başka başka bedenlere kaçmak...
olsun varsın ben çocukluğumu sana bırakıyorum
biz birbirimizi bulamasak da onlar buluştular
kendine ve emanetlerine iyi bak " diye yazdı sonuna üç nokta koyarak...
-giderken sessizce ve yağmurdan önce
son bir kez içine çekti odanın kokusunu
elinin tersiyle sildi camda biriken hüznün buğusunu
ramak kalıp ertelendikçe acıtan
yasak diye düşlenirken dişlenen
efkar ve acı adına yaşanan ne varsa aldı
ve ayağında kalanları da kapı ağzında sıyırmadı...-
yine sel felaketi bekliyordu haber bültenleri
"beni de alıp götürür müsün" dedi
gök gürültüsüne yalvararak
5.0
100% (6)