2
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
748
Okunma
parmaklarının arasındaki kalemi döndürdükçe
dalgınlığın hücrelerinde dinlenen omuz
gökyüzünde fısıltı gibi söyleşir
değişir zaman.
böyle tenhalarda
kanatları parlar kuşların
toprak/insan savrulur
kalbinin en solunda
ziyade gülüşürüz.
hiç kimse tanımaz bizi
tanımaz çünkü
ağaçlar yapraklar uyandığında
ve bir gövde oluşturduğunda önümüze
sen ve ben
şehre değil
şiire yazılır
koparsalar yeşili
tepeden aşağı düşüşleri ki
korkutmayın
karıncaları
dalgaların kayalara vurduğu yerde
avlusuna demirli mavi parçayım ben
kopmaz kökler salgılarken yeryüzüne
kalbim kelebek çarpıntısı
g/özlerinden taşıdığım.
en iştahlı saatindeyim yıldızların
sımsıkı kucaklarken seni
düğümünü çözüyorum
mor kıvılcımların
ve oturup gecenin ırmağında
telaşlı bulutları
seyrediyorum.
tiyatro değil bu,hayır
yüreğinin sahiline tutulmuş
yansıma
ne yana dönsen
rüyaların grisiz rengi
yani
sararken tenini kadın
sarılıyorum
aşk tozları dökülüyor
üzerimize ve odalara
karşında gördüğün tuvalde
iki hece...
albümlerde avare çocuklar
sana söyleyeceğim en sihirli cümle
unutkanlığın
gün aralarına ekilen mide krampları
merdivenleri çıkarken ağır ağır
göz ucuyla bakmaların mutlaka
kenarı mavi/bakmaların ki
mısralarıma gizlediğim
eksiksiz hece
şimdi dudaklarından
dökülür
ne önemi var
yaşının/kim olduğunun
aklımdan koşuyor adımların
kainatın boşlukları doluyor
ruhunun yalazını gezdirdiğim
dağılıyor saçlarım
aşka...
söz verdim
yanında/sağında/solunda
değiştikçe yazgısı ömrün
içine saklanıyorum
dağıtırken bahçeleri
Temmuza karşı
kitaplara/yazılara
yağıyorum.
sonra
rüyaların içinden
girip/çıkıp
düşüyoruz
aşka.
gökkuşağının tüm renkleri yüzün/
yüzüm gibi.
5.0
100% (8)