3
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
2148
Okunma

harika belalara bulaşmıştım doğmakla
hiç eksik olmadı arkamdan gelen bilinmezliğin sesleri
harf ormanından dönen boynumun iplerle yakınlığı
iştahla yolumu bekleyen çıkmaz
bazen ay ışığı akması gibiydi yaşamak
bazen de aniden bir giyotinin inişi
ah, yanlış sevilmekten yaşlanmış kollarımdaki ağrı
hasta ediyordu zalim adamların hileli bağırışı
sonra arınmak için koşmaları tanrının mekanlarına
uzanıp bir buluta sığınma talebinde bulunuyordum
yüzünü içerek kendime geliyordum o bakir tepede
bir de sandım ki yazarak unutabilirim bunları
yazarak unutulmuyormuş
yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum
uğranılmadığı için göbek yapmış bir kent çıkıyor karşıma
içi kömür taşıyan atlar ve düş kaçakçılarıyla dolu
gün, gittikçe genişliyor duygu bolluğundan
zamanın intiharı olan sabır öyle utanmaz
öyle telaşlı ve öyle aceleci davranıyor ki
yönümü çevirdiğim her yer sanki saat fabrikası
eşyanın ağırlığının olmadığı yerlere gitmek istiyorum
gidemiyorum, sen aniden
limandaki siyah şapkalı kadın oluyorsun
ki limanlar köle gemileri içindir
ateş saçan bir devin dizlerinin önüne düşüyorum
ayaklarım yanıyor. hatırlıyorum o hissi;
bastığın yer ayaklarını yakıyorsa artık oraya ait değilsindir
artık oraya ait değilsindir
orada evler sana sırtını dönmüştür
ki bir evi en çok yanıtlanmamışlık söndürür
adımı kaybettiğim için koşarak sana gelmiştim
anlam çukurunun üstünü örtüyordunuz arayış ve sen
burnum kanayana kadar bağırdım arkanızdan:
trenlerin belleğinden düşen bir vagondur doğmak!
trenlerin belleğinden düşen bir vagondur doğmak!
seslerin içinde kayboldu dağla yıkadığım yüzüm
dönüp durdu kendi etrafında sözcüklerin yel değirmeni
ve sanki tek ben görüyordum
kuşlar haricinde herkesin öldüğünü
5.0
100% (4)