7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1351
Okunma

Bu gün hem mizah , hem de ciddi bir yazı yazalım bakalım.
Napolyon Bonapart Efendi’ye sormuşlar’’ En çok neyden korkarsın ‘’ diye…Ne cevap verse beğenirsiniz? ‘’ Neyden de kavaldan da korkmam ben ‘’ Şaka şaka cevabı tam olarak şu: ‘’İmtihana çekilmekten korkarım’’
Ben de öyle…İmtihan olmaktan çok korkarım hayatı imtihan ederek geçen biri olarak. Neyse bu sefer kaçış yok…Biz de sınava tabiyiz.
Hep biz sınav yapacak değiliz ya bazen bizi de sınava tâbi tutarlar böyle…Ama ben mesela ya sınav başlarken söylerim ‘’Çocuklar kısa cevaplar yazın diye, ya da her sorunun sonuna yazarım ‘’Kısaca açıklayınız’’ diye. Lakin soruları soran arkadaş belirtmemiş kısa cevap mı yoksa uzun cevap mı istediğini. Zaten sorduğu soruların her birisinin cevabı kendisince malum olduğu için böyle bir açıklamaya gerek duymamış...Neyse…Önce sınav kağıdımızı tanzim edelim.
…. OKULU ( Okula bir ad bulamadım artık okuyanlar koysun bir isim )2011-2012 ÖĞRETİM YILI TARİH DERSİ ( SANIRIM TARİH OLUYOR DERS ) İLK SINAVI
Adı Soyadı: Sami Biberoğulları Sınıfı: Sınıfsız bir vatandaş No: Unuttum …
SORULAR
S-1 İskilipli Atıf Hoca niye asıldı?
S-2 Menemen olayından sonra Esad Erbilli hazretleri neden hapse atıldı?
S-3 Said Nursi neden hapislerde yattı?
S-4 Kazım Karabekir neden istiklal mahkemelerinde yargılandı?
S-5 Ezan neden Türkçe okutuldu? vs vs.
--Hocam amma da kazık sorular sormuşsun böyle.
-Oh olsun sana köftehor…Millete kazık kazık soruları dayar mısın? İşte adamı böyle yaparlar.
-Hocam istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz? ( Bütün tembel öğrenciler bu soruyu sınav başlamadan önce mutlaka sorarlar )
-Farketmez…Hangisinden başlarsan başla.
-Hocam kısa kısa mı anlatayım yoksa uzun uzun mu? ( Bu soruyu da sorar tembel öğrenciler…Mutlaka sorarlar )
-Ne biliyorsan onu yaz ( Bu da hocaların klasik cevabıdır )
-Hocaaammmm…5. Sorudaki vs. vs. yi anlamadım açıklar mısınız?
-Ne anlıyorsan onu yaz ( Bu da hocaların klasik cevaplarındandır )
-Hocam başlayabilir miyim?
-Amma çene yaptın yahu başla haydi.
Başlıyorum:
C-1 İskilipli Atıf Hoca niçin asıldı?
İki sebepten asılmış olabilir: 1- 1924 yılında yazdığı ‘’Frenk mukallitliği ‘’ adlı kitaptan dolayı. Bu kitap ile Türkiye’de halkı Atatürk İnkılaplarına karşı kışkırtmış ve ayaklanmalara sebebiyet vermiştir.
İyi de 1924 te neşredilen bir kitap nasıl olur da 1925 yılında yapılan bir inkılaba karşı gösterilebilir. Yani Bir kanun geriye dönük olarak bir insanın suçlanmasına hatta idam edilmesine vesile olabilir?
Zaten öyle olmamış. İskilipli Atıf Efendi ‘’Frenk Mukallitliği ‘’ adlı kitabından dolayı yargılanmış ( Giresun İstiklal Mahkemesinde ) ancak , bu yargılama sonunda, Şapka Risalesi’nin, geçmiş bir tarihte yazıldığı ve binaenaleyh buna dayanılarak yeni kanun muvacehesinde suçlama yapılamayacağı gerekçesiyle beraat ettirilmiş ve mahkeme heyetiyle aynı gemide İstanbul’a dönmüştür. Yani onun idamına sebep olan konu yazdığı kitap değildir. Zaten eşine yazdığı mektupta kendisi de belirtiyor bu hususu.:
24 Aralık 1925’te yazılan mektup, “Zahidem Muhterem Refikam” diye başlıyor. Mektupta kendisinin, Karadeniz Vapuru ile İstanbul’a getirildiğini bildiren Atıf Hoca, İstiklal Mahkemesi yetkililerinin de beraberinde geldiğini belirtiyor. Giresun’da meydana gelen hadise de ‘Frenk Mukallitliği’ kitabı dolayısıyla tahrikkar, kışkırtıcı ve alakadar zannedildiğini belirten Atıf Hoca, daha sonra konu ile ilgisi ve alakasının olmadığının anlaşıldığını dile getiriyor ( Yukarıdaki resim o mektuptur işte…Mektubun devamında ise kızı Melehat’a ve evlatlığı Semih’e nasihatları var.
Ya nedir Peki?
Milli Mücadele yıllarında bu mücadeleye karşı takındığı tutumdur.
A)İki farklı bakış açısın ikisini de yazıyorum:İstanbul hükûmeti Anadolu’daki Kuvva-i Milliye hareketine karşı halkın yönelişini kırmak için bir fetva yayınlamış, ama Anadolu ulemasının (alimlerinin) karşı fetvası İstanbul’un tertibini boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri efendinin marifetiyle Teali-i İslam Cemiyeti namına yazılmış ve bastırılmış bir beyanname zorla Teali-i İslam Cemiyeti idare heyetine imzalatılmaya çalışılmıştı.(Atıf Hoca bu cemiyetin kurucu üyesidir.) Ama Atıf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin şiddetle karşı koymaları üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarınca Anadolu’ya atıldı. Buna karşın, o zamanın Vakit Gazetesinde, Atıf Hoca tekzibname (yalanlama) yayınladıysa da, Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarında okuduğumuza göre, bu beyanname Hocaefendi’ye karşı güdülen kinin mühim bir sebebi olarak zihinlerde kaldı. ( İskilipli Atıf Hoca Milli Mücadele’ye karşı değildir denmek isteniyor kısaca )
B) 26 Eylül 1919 tarihinde İkdam gazetesinde yayınlanan bildiriden kısa bir bölüm, ‘’İskilipli’nin kurucuları arasında olduğu cemiyetin Milli Mücadele’ye ve Kurtuluş Savaşı’na bakış açısını ortaya koymaya yeter’’ diyor o da.
‘’Nitekim bu defa da Anadolu’da Mustafa Kemâl ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdâne bir surette kaçarken; kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-i Milliye namını veriyorsunuz? … Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve lâneti sizin üzerine olsun! ; Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliyye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle gâlip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliyye eşkiyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar ( Bu da bir başka bakış açısıdır ve İskilipli Atıf Hoca İşte bu sebepten dolayı ‘’Vatana İhanet suçundan idam edilir.
Peki İskilipli Atıf Hoca gerçekten de bir Vatan Haini midir? Bu soruya ben cevap verecek durumda değilim. Sadece bir mantık yürütme yapacağım burada… Aynı İstiklal Mahkemesi’nde Şapka Kanunu’na muhalefetten yargılananlardan biri de Tahir-ül Mevlevi’dir…Ve Tahir-ül Mevlevi sadece berat etmekle kalmamış aynı zamanda Maltepe Askeri Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği bile yapmıştır daha sonraki yıllarda. Daha çok yakın zamanda benim büyük oğlumun -sadece bir yıl İmam-Hatip Lisesinde okuduğu için- uzman erbaşlık sınavına bile alınmadığını nazarı dikkate alırsak o yıllarda Tahir Hoca’ya bir böyle bir davadan -beraat etse bile- askeri bir okulda görev verilmiş olması ilginç değil midir?
Ben her şeye rağmen bir din adamının hain olmaması gerektiğini ve olamayacağını düşünüyorum… Ama ne yazık ki zamanın İstiklal Mahkemesi elindeki delillerin A) şıkkında belirttiği kısmına değil. B) Şıkkında belirtilen kısmına bakmış.
Ve unutulmaması gereken bir husus da, ortada yapılmış bir ihtilal, ya da devrim vardır ve her devrimde olduğu gibi bu devrim de evlatlarının başını yemiştir. Fransız İhtilali sonrasında da benzeri yaşanmıştır bu durumun… (5 Eylül 1793 - 28 Temmuz 1794) Fransa’da, Fransız devriminin ardından on ay süreyle iktidarı ele geçiren Jakobenlerin yürüttüğü kanlı dönem… Önde gelen Jakobenler, Robespierre, Mirabeau ve Marat’dır…Bunlardan Robespierre 28 Temmuz 1794’te giyotinle idam edildi. Marat ise Charlotte Corday adlı bir Jironden ( Bir başka parti mensubu ) Kadın tarafından banyoda bıçaklanarak öldürüldü.
Aslında bu son paragraf Kazım Karabekir’in durumuna daha çok uyuyor ama burada yazdım.
C-2 Menemen Olayına ‘’Ali Osman’dan Âl-i Osman’a’’ adlı yazı dizimin ilk on yedi bölümünde geniş yer verdim. Ama kısaca ifade edeyim: Bu olayın baş kahramanlarından ve maalesef dilimize adı öyle yerleştiği için derviş diyeceğim esrarkeş Rum dönmesi namussuz ve beş adamı gerek olaydan hemen önce, gerekse bunlardan - yaralı olarak ele geçen Sütçü Mehmet, olaydan sonra- hep Şeyh Esat Efendi’yi işaret etmişlerdir. Ona tâbi olduklarını ve onun emir ve direktifleriyle hareket ettiklerini söylemişlerdir. ( Konuyla ilgili olarak o dizimin okunmasını tesviye ederim ) Ki Bu olayla ilgili ben de pek çok sorular sormuşumdur…Mesela ‘’Altı kişi ve iki tabanca ile nasıl böyle büyük bir ayaklanmanın yapılabildiğini, Kubilay’ın yanındaki erlerin tüfeklerinde niçin eğitim mermisi olduğunu vs.’’
C-3 Eğer İskilipli Atıf Hoca yazdığı bir kitap yüzünden asıldı diyorsanız o zaman soru sorma sırası bana gelir. Said-i Nursi niçin asılmadı? Çünkü İskilipli Atıf Hoca’dan daha fazla karşıydı Mustafa Kemal’e … Hatta Nur Cemaati bile son zamanlarda ‘’Hür Adam ‘’ diye bir filmi vizyona soktu ve o filmde Said-i Nursi’nin Atatürk’e parmağını sallayarak ‘ ’ Paşa, Paşa, İslamiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü marduttur’’ dediği ifade edildi. Dahası böyle bir konuşmanın olduğu yolunda belgeler sunulmaya çalışıldı. O zaman sorarım ben: Bir şapka meselesi yüzünden Atıf Hoca’yı astıran Mustafa Kemal kendisine düpedüz ‘’Hain’’ diyen bir insanı niçin astırmadı? Hatta bırakın astırmayı Said-i Nursi o konuşmadan sonra elini kolunu sallaya sallaya çıktı oradan…Daha sonraki hapis hayatlarında kilitli olduğu hapishanelerden kilidi milidi kırmadan ve hiç kimse onu görmeden çıktığı gibi çıktı sanırım…Bizde bir söz vardır ‘’ Şeyh uçmaz, onu uçuran müridir’’ diye..Konuyla çok da ilgisi yok ama aklıma geldi nedense…
Yine de sorunun asıl cevabı bu değil…Sorunun cevabını Atatürk’ün ölümünden sonra söylediği bir sözde aramak lazım: “Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş, BİR ADAM hakkında 30 sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla KUR’AN’A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi’’ Emirdağ Lahikası, C.I, s. 279
Bu ve benzeri sözler düşünceler, günümüzde hakaret davasının konusu olabilir ve de cezası olsa olsa para cezasıdır. Ama o günlede durum böyle değildi. Bir yorumunuzda da belirttiğiniz gibi. O günler.
Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil
Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun
Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil
Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!
Faruk Nafiz Çamlıbel
Ve daha nice burcu burcu yalakalık kokan şiirlerin yazıldığı günlerdi. Atatürk kendisine parmak sallayan birisini affetse de onun yalakaları affedemezlerdi böyle bir suçu. Basit cezalarla da geçiştiremezlerdi. Hoş öyle çok büyük cezalar da çekmemiştir Said-i Nursi.
Şeyh Said İsyanı sonrasında takibe alındı ve Barla’ya( Isparta’nın bir ilçesi ) sürgün edildi.[ Bu da ilginç…O isyana karışanlar oldukça ağır cezalar aldığı halde Said-i Nursi en azından bu isyan bahane edilerek ortadan kaldırılma yoluna gidilmemiştir. Ayrıca Said-i Nursi de Teali-i İslam Cemiyeti’nin kurucularındandır ama her ne hikmetse bundan dolayı da başına bir şey gelmemiştir Atıf Hoca gibi ] Daha sonra da Burdur, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ’da yazdığı bazı kitaplar ( Yani Risale-i Nur Külliyatı ) sebebiyle sürgün edildi. Kitaplarından dolayı yargılandığı dönemlerde aylarca Eskişehir, Denizli, Afyon hapishanelerinde tutuklu kaldı ancak beraat etti. Aylarca ve beraat etti kelimelerinin altını çizip senelerdir içeride tutuksuz yatanları hatırlayalım…
C-4- Kazım Karabekir Atatürk’e suikast olayı dolayısıyla İstiklal Mahkemelerinde yargılanmıştır. Cumhuriyet Tarihimizin en talihsiz olayı da budur maalesef.
Türk İstiklal Savaşının iki kahramanı arasında gerek gazeteler, gerek meclis tutanakları gerekse hatıralarında yazdıklarından anladığımız kadarıyla Öncelikle ‘’ Milli Mücadele’yi ben başlattım’’ rekabeti doğmuştur. Bu rekabet çok sertleşmiştir. Ağır sözler söylenmiştir her iki taraf arasında…Kazım Karabekir İzmir Suikastı girişiminden sonra İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır bile. Ortada paylaşılamayan tek şey vardır aslında: İstiklal Savaşının Önderinin kim olduğu konusu. Burada yazmakla bitiremeyeceğim uzun bir konudur bu: Konuyla ilgili en çarpıcı ve en doyurucu bilgileri hiç bir kıvırtmaca yapmadan Uğur Mumcu vermiş ‘’Kazım Karabekir anlatıyor adlı eserinde..’’ Google’ e yazdığınız zaman da karşınız çıkıyor…( Çok çok uzun bir yazı ) Okuyabilirsiniz.
Ancak ben şu kadarını belirteyim:
Kazım Karabekir’in Kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu anlatıyor.
Hayat Hanım henüz dördüncü sınıf öğrencisi bir çocukken babasına soruyor: ‘’ Babacığım sana bunca haksızlıkları yapmış olan, bizim Erenköy’de gözden düşmüş bir şekilde yaşamamıza sebep olan Atatürk hastalığında seni çağırsaydı gider miydin ‘’ Kazım Karabekir’in cevabı: ‘’ Giderdim çünkü o benim çok eski arkadaşımdı. Onun bana yaptıklarını o etrafının tesiriyle yapmıştır. O bizim İstiklal harbimizi beraber yaptığımız Baş Komutanımızdı.O bizim cihad arkadaşımızdır. O Mustafa Kemal’dir, çağırınca gidilir. Ama çağırmadılar…Biliyorum’’
Kazım Karabekir haksızlığa uğradığını düşünse de , kırgınlıklar, küskünlükler yaşansa da Atatürk’ü anlamıştır. Atatürk de onu anlamış ve Yine Kazım Karabekir’in kızı Hayat Hanım’ın anlatılarına göre son demlerinde ısrarla ‘’ Kazım Karabekir’i çağırın bana onunla helalleşmek istiyorum ‘’ demiştir ama ne yazık ki Kazım Karabekir’e bildirmemişlerdir. Onun da ifade ettiği gibi… Kimler mi bildirmedi? Aşağıdaki gibi şiirleri yazan, o şiirin şairiyle aynı zihniyette olanlar.
Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!
Edip Ayel
Kısacası bu konuda çok uzun ve gerçek malumatı nerede bulabilirsiniz onu yazdıktan sonra özetleyeyim: Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal Atatürk iki kardeştir…Kardeşlerden birinin bir diğerine gadri de olmuştur…Hiç kıvırmadan söylüyorum: Konuyla ilgili yazılanlara bakılınca Her iki Paşa’nın da birbirlerine haksızlık ettikleri , ancak devletin gücü Mustafa Kemal’in elinde olduğu için Kazım Karabekir’in mağdur olduğu anlaşılmıştır. Ama Kazım Karabekir’in ‘’ Mustafa Kemal çağırınca gidilir ‘’ sözleri tüm tartışmalara noktayı koyar bence…Her kese ‘’ Biz barıştık ya size ne oluyor kardeşim ?‘’ der gibidir bu sözler
C-5 Ezan ve Kur’an konusu beni aşar. O konuya girince işin içine din, kur’an , hadisler girecek…Benim alanım değil…Konuya ilahiyatçıların cevap vermesi gerekir.
Ben doğru bulmuyorum…Milletimiz de doğru bulmadı zaten…Konunun uzmanı ilahiyatçılar da uygun bulmuyorlar… Türkçe Kur’an ve Türkçe ezan olduğu 1932-1950 yılları arasında bu ülkenin daha önce namaz kılmayan insanları akın akın camilere koşmadıkları gibi bu uygulama kaldırıldı diye ağlayıp sızlayan da olmadı. Yine de iyi niyetli bir teşebbüs olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü Ziya Gökalp’in şiirinde de belirtildiği gibi sanırım bu yönde istekler de varmış. Bence her ikisine de izin verilse olurdu…İsteyen eski usul Arapça, isteyen yeni usul Türkçe kılardı. Ezan da aynı şekilde ..Hem Arapça, hem de Türkçe olarak okunabilirdi. Ya da en doğrusu: Devlet din olayına hiç karışmazdı…Laiklik de bunu gerektiriyordu aslında…Neyse…Dediğim gibi konu beni aşıyor bazı noktalarda…
Şimdi merakla beklediğim bu yazılıdan kaç alacağım.
-Hocam bak ben hiç bir öğrencimi sınıfta bırakmıyorum…Sen de bana bir iyilik düşünürsün her halde?