14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1000
Okunma

Şoföre, çocuk polikliniğinin önünde durmasını söyledim. Borcumu uzattım. Üstünü bile beklemeden arka kapıyı açtım. Burak’ın ufacık ellerinin, boşta kalan parmaklarımın arasında kendine yer açmaya çalıştığını fark ettim. Parmaklarımı, ellerinin üzerinde birleştirdiğimde göz göze geldik. Kalbimdeki yara bere almış duygular oracıkta kanatlanmış Burak’a sarılıvermişti. Hızlı adımlarla hastanenin kapısından içeri girdik.
Yakın zaman önce göğüslerim bir anne gibi kabarmıştı. Böyle söyledim diye sakın beni bebek emziren bir anne olarak hayal etmeyin. Bazen insan mecazi anlamlara sığınmak ister. Siz de benim gibi “cansız doğum” yapmış olsaydınız bunu karşılıklı konuşabilirdik. Şimdi sözcüklerim, ne kadar arzu etsem de anlamların üzerine sağlam basamıyor, benim gibi sallanıp duruyor. Annelik bir mertebe ise ben buna nail olamamıştım.
Akma zamanını hissederdim demeyeceğim çünkü bilirdim! Eğer göğüslerim şişirilmiş lastik gibi sertleşmiş ve için için de sızlıyorsa giysimin ıslanması an meseleydi. Tuvalete koşup süt vakumunu göğsüme yerleştirirdim. Sonra dolan şişeyi, lavobaya gözlerimdeki yaşla beraber boşaltırdım.
Anlayacağınız; bebeğimin rızkını göğsümdeki süt tamamen çekilene kadar çöp gibi döktüm. Her gece, rüyalarımda aç aç ağlayan bebeğimi gördüm. Kendime çok kızdım, nefret ettim! Herkes kucağına bebeğini almayı başarmış bir ben becerememiştim. Kendimi ilk günkü gibi suçlamaya devam ediyordum. Ben kabiliyetsizin tekiydim. Burak’ın elimi çekiştirmesiyle kendime gelişim bir oldu.
“Hanımefendi çocuğun şikayeti neydi?
Dudaklarım kurumuştu. Kekeleyerek “Trenin kapısına sıkışmış!” dedim.
Çocuğun adı, yaşı gibi sorular peşpeşe gelmeye başlamıştı. Acaba Burak’ın soyadı neydi?
Yaşı kaçtı? Yere çömeldim ve aynı soruları Burak’a ben sordum.
“Adım Burak, Soyadım Özgür!”
Dedikten sonra “Durun!” der gibi beş parmağını birden havaya kaldırdı. Sonra diğer elinin dört parmağını sıktı sadece baş parmağını kaldırdı.
Danışma memuru yaş hanesine “altı” yazarken gülümsüyordu. Kimliğini sorunca durumu tüm detayıyla anlattım. Fişi alarak doktorun kapısında beklemeye başladık. Kısa bir süre sonra numaramız geldi ve içeriye girdik.
Doktor ayakta, asistan ise bilgisayarın başındaydı. Doktor önce bir yutkundu ve sonra Burak’ın saçını okşayarak “Şikayeti nedir” diye sordu.
Mişli geçmiş zamanla anlattığım olay karşısında doktorun sözleri bir hayli çarpıcıydı.
“Siz annesi değil misiniz? Neden trene binerken çocuğunuzun elinden tutmadınız?”
Ensemde başlayan hararet bütün vücuduma yayılmıştı. Üstümdeki boğazlı bluzun yakasını aşağıya doğru sündürmeye başladım.
Sözcükler dilimin ucuna yapışmış gibi bir türlü çıkmıyordu. Doktor “Çocuğu sedyeye oturtun” dedi ciddi bir tavırla.
Doktor, Burak’ın kolunu incelerken “Ben Burak’ın annesi değilim daha doğrusu hiçbir şeyi değilim. Daha bugün tanıştık” dedim.
“Ailesine haber verdiniz mi?”
“Tüm samimiyetimle söylüyorum Burak’la ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Onu Kadıköy İskelesinde tesadüfen tanıdım. Aynı kompartmana binişi de benim için tamamen tesadüf oldu. Aslında benim şu anda kompartmanımda yolculuk yapıyor olmam gerekirdi ama gördünüz gibi buradayım. Sadece iç güdülerimle hareket ettim.
Beni dinlerken doktor’un kaşları oldukça çatıktı. Çocuğa baktıktan sonra “Yumuşak doku injürisi gibi görünüyor. Yine de emin olalım. Röntgen de isteyeceğim. Fakat önce çocuğun sırtını açar mısınız?” dedi.
Ben sırtını açmaya çalıştıkça Burak, sürekli kazağını aşağı doğru çekiştiriyordu. Sedyenin önünde hafif eğildim ve göz göze geldik.
“Bak Burak’cığım doktor bey bizi bekliyor. Utanman için hiç bir neden yok. Sen kocaman bir ağabey olmuşsun. Hadi bakalım. Yardımcı ol bize” dedim gülümseyerek.
Burak, sedyeden kalkıp kapıya doğru koşmaya çalışınca doktor bey kolundan tuttu ve sedyeye tekrar oturttu. Sırtını açar açmaz “Aman Allah’ım” diye bağırdı. Bakışlarımız aynı noktada buluştu. Damarlarımdaki kanın çekildiği hissettim gerisini ise hiçbir şekilde hatırlayamıyordum.
DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER