Bugün Türk Edebiyatının güçlü kalemi, hep parlayacak olan yıldızı ve gönüllerimizin sesi Orhan Veli KANIK’ın doğum günü.... Çok kıymetli şairimizi, Edebiyat Defterimizin saygıdeğer ailesiyle birlikte anmak istedim. Çünkü feyzaldığımız bütün yazarlar ve şairler bizim babalarımız, biz de onları örnek alan, o yolda duygularımızı satırlara dökmeyen çalışan çocuklarıyız. İyi ki doğmuş ve iyi ki bizlere okunası eserlerini bırakmış. Orhan Veli’nin eserleri günümüzde de halen o canlılığını koruyabiliyorsa, dillerimizde şarkı ve slogan olmuşsa şüphesiz bunda üstadımızın anlaşılır, yapmacıklıktan uzak ve samimi üslubu büyük etken olmuştur. Şiirde kafiye, redif, ölçü ve söz sanatları ve şairane söyleyişe karşı olmuştur ve "Bugünkü insan ölçüyle kafiyenin kullanılışında bir tutku, estetik, bir güzellik, heyecan bulamayacaktır" diyerek kendi eski şiir anlayışlarını benimsemediğini dile getirmiştir. Orhan Veli "Anlatım düz, dolaysız, açık ve anlaşılır olmalı, şiirde dize ve parça güzelliğinin yerini bütün güzelliği almalıdır" şeklinde görüş bildirmiştir. Hangimiz etkilenmedik ki "İstanbul’u Dinliyorum" şiirinden... İstanbul’a duyulan özlem lirik bir dille, duru ve samimi bir şekilde bundan daha güçlü nasıl anlatılır. Sanki dizeleri İstanbul’u yaşatır. Keyif ve huzur verir insana.... Orhan Veli KANIK’ın sizlerin de bildiği yaşam öyküsü kısaca şöyle; Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914 tarihinde İstanbul’da dogdu. Galatasaray’da başladığı öğrenimini, babasının atandığı Ankara’da Gazi İlkokulu ve Ankara Erkek Lisesi’nde sürdürdü. Lise sıralarında Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le arkadaş oldu. Liseyi bitirince İstanbul’a dönerek, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi (1932), ancak yüksek öğrenimini yarım bıraktı (1935). 1936’da Ankara’ya döndü ve askere gidinceye dek PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Müfettişliği Milletlerarası Nizamlar Bürosunda memurluk yaptı. Yedek subaylığını tamamlayınca, iki yıl kadar, yine Ankara’da, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalıştı. 1947’de, Hasan Âli Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer’in bakan olarak atanması üzerine, Milli Eğitim Bakanlığında antidemokratik bir hava" esmeye başladığını söyleyerek, görevinden istifa etti. 1 Ocak 1949-15 Haziran 1950 tarihleri arasında yirmi sekiz sayı süren, on beş günde bir yayımlanan, iki sayfalık ’ Yaprak’ dergisini çıkardı. Yaprak dergisi serüvenini sürdüremeyeceğini anlayınca Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gitti. Gene o yılın Kasım ayı içinde, bir haftalığına geldiği Ankara’da, 10 Kasım 1950 gecesinde, yolda, onarım için kazılmış bir çukura düşerek ayağından yaralandı. İstanbul’a döndükten sonra, bir arkadaşının evindeyken, durumu birdenbire kötüleştiği için kaldırıldığı Cerrahpasa Hastanesi’nde, 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanamasından öldü, Rumelihisari Mezarlığı’na gömüldü. Eserleri: Şiirleri : Garip, Vazgeçemediğim, Yenisi, Karşı, Bütün Şiirleri. Düz yazıları (Çeviri türünde) : La Fontaine masallarını nazım türünde çevirdi. Nasrettin Hoca fıkralarından bazılarını nazma çevirmiştir. Bütün Yazıları 1,2 Çeviri Şiirler. Şairimizin hafızalarımıza kazınan bir şiiriyle noktalamak istiyorum sözlerimi, nur içinde yatsın diyerek..... ANLATAMIYORUM Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum |