8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
880
Okunma
Ofisteki bir günün ilerleyen saatleriydi. Klimanın kuru havası ve büro eşyalarının madeni kokusu içerdeki ağır havaya bir de kasvet yüklemişti. Fırından yeni çıkmış ekmeğin yerini burada printerden sıcacık çıkan kağıtların kendine özgü kokusu almıştı. Bina sendromuna karşı henüz bir aşı üretilmemiş olması ne kadar da vahim bir durumdu.
Üç yanı denizle değil de evrak dolabıyla çevrilmiş odada Sibel başını kaldırmadan çalışıyordu.
Vidası gevşemiş gözlük çerçevesi, kaydıraktan kayar gibi etli burnun ucuna kadar geliyordu. O ise yılmadan her seferinde burnunun kemerine yerleştiriyordu. Bir ara sol eliyle tutup sağ eliyle yazmaya çalıştı. Ama klavyenin üzerine yerleşmiş o kadar çok tuş vardı ki yüzünü buruşturarak gözlüğü masanın üzerine fırlattı.
Elindeki işin bitmesi için ne kadar sayfa daha yazması gerektiğini merak etti. Parmaklarını hızlı hızlı sayfaların üzerinden geçirdi.
- Bunları bitirmeden sevk yazımı çıkaramam ki! Gözünün ucuyla arkadaşlarına baktı. Hepsi en az kendi kadar yoğundu. Medet umacağı bir kişinin dahi olmadığını fark edince eli tekrar gözlüğüne gitti. O da ne? Gözlüğü, uzun yolda camına taş sıçramış bir arabanın ön camları gibi çatlamıştı. Sinirli bir şekilde gözlüğünün sağına soluna baktı.
- Bir bu eksikti! Bu şekilde yazmam mümkün değil. Çerçeve derken camından da oldum! Doktora gitmek farz oldu.
Bir yandan da gevşek çerçeveye göre kırılmış camın daha güçlü bir mazeret sebebi olduğunu düşünüp bir nebze olsa rahatlamıştı. Herkesin duyabileceği şekilde ortaya konuştu.
- Arkadaşlar! Gözlüğüm tuzla buz oldu. Bu halde yazıları okumam mümkün değil. Ben hastaneye gitmek için izin isteyeceğim. Ama elimde beş sayfa yazı var. Fatih Bey acil olduğunu söylemişti. Bana yardımcı olur musunuz?
Suat, odanın en kıdemlisiydi. Saçlarının gençliğinde ne renk olduğunu belki kendi bile hatırlamıyordu. Kalın gözlük camının arkasındaki çakır gözleri gibi kendi de sanki masanın altına gizlenmişti.
- Bu kadar genç elemanın arasında gönüllü kahraman olacak halim yok! O kadar da ahmak değilim. İçlerinden biri yazsın banane!
dedi içinden. Yerine göre duyan kulağı şimdi tamamen sağır olup çıkmıştı.
Odanın en genç ve süslü elemanı Sevilay ise daha farklı bir bakış açısı getirdi.
- Ay dert ettiğin şeye bak! Git canım! Nasıl olsa hemen döneceksin. O zaman yazarsın. Ameliyata girecek bir hastaya kan yetiştirmiyoruz ya burada! Beklemeyi öğrensinler canım!
Orta yaşın biraz üstündeki Feride dudak bükerek konuştu.
- Kızım sen çok toysun! Hangi amir personel dönünceye kadar iş beklesin der ki! Hele bir de ivediyse! İçimizden birine kalacak bu iş farkında değil misin?
Sibel’in bütün umudu odada en sevdiği ve sevildiğini düşündüğü arkadaşı Semra’daydı. Onun cevabı ise tamamen hayal kırıklığına uğratmıştı.
- Hayatım, seni ne kadar çok sevdiğimi bilirsin. Ama bugün o kadar çok çalıştım ki! Üstelik elimdeki yazı bitince izin almayı düşünüyorum. Başım çok ağrıyor.
Sibel, oldukça uysal, karıncayı bile incitmeyen bir kişiliğe sahipti. Ama o anda ki ruh haliyle, buğulanan gözlerinden yaş akmasına şiddetle karşı çıkan diktatörden farksızdı. Tek tek arkadaşlarının yüzüne baktı. Şimdiye kadar hepsini bir şekilde idare etmişti. Ama keyfi olmayan bir izin için kimse ona yardımcı olmamıştı.
Ağzından tek bir cümle bile çıkmadan odadan dışarı çıktı. Fatih Bey’in sekreterine hastaneye gitmek için sevk kağıdı istediğini söyledi. Hazır olunca bir dosya içine koydu ve onaylatmak üzere amirinin karşısına çıktı.
Kısaca durumunu izah etti ve Fatih bey sormadan elindeki yazının son durumu hakkında bilgi verdi.
- Efendim! Bana bir yazı vermiştiniz. Şu anda bitmek üzere. Mümkünse hastane dönüşü devam edebilir miyim?
Fatih Bey kaşlarını çattı ve böyle bir şeyin mümkün olmadığını, giderken derhal yazılmak üzere oda arkadaşlarından birine teslim etmesini söyledi.
Sibel, çok şey düşünmüş ama hiçbir şey söyleyememişti. Odada gerçek anlamda bir tane bile arkadaşı olmadığını yeni öğrendiğini nasıl itiraf edebilirdi ki.. Çok sevip saydığı arkadaşlarından böyle bir hareketi beklemiyordu. Hiçbirinin oralı olmadığını söylese kendini ispiyoncu gibi hissedecekti. Bu da içine sinmiyordu. Omuzları düşmüş bir halde amirinin odasından çıktı. Koridoru geçip odasının kapısının önüne geldiğinde derin bir nefes aldı.
Kimsenin yüzüne bakmadan sessizce masasına oturdu.Hemen arkasında bulunan evrak dolabının alt rafına eğildi. Bütün kalın dokümanları masasının üstüne koydu. Gözlüksüz de görebileceği noktaya kadar yükseltti. Yazacağı sayfaları itinayla üstüne yerleştirdikten sonra kaldığı yerden yazmaya devam etti. Ama içindeki diktatör daha fazla gözlerine söz geçirememişti. Gözyaşları usul usul elmacık kemiklerinin yanından masaya damlıyordu.
İş hayatının zor olduğunu söyleyenler iş arkadaşlığının daha zor olduğunu neden ona söylememişlerdi ki..
Bir yandan zor bela okuduğu metni yazıyor bir yandan da " Meğer iş değil ilişkiler yoruyormuş insanı! diyordu içinden yüreği sızlayarak.
Diğerlerinin umurunda bile değildi. Ama Semra’nın rahatsız olan vicdanı bu olaya daha fazla seyirci kalamadı. Sibel’in yanına geldi ve;
- Sen çık istersen, ben devam ederim!
dedi fısıldayarak..
Bunu Sibel’i sevdiği için mi yoksa Fatih Bey odaya girerse "neden kızcağıza bu halde yazı yazdırıyorsunuz?" sorusuna verilecek cevabı olmadığı için mi yapmıştı bilinmez ama Sibel yine de çok sevinmişti.
Aysel AKSÜMER