4
Yorum
13
Beğeni
0,0
Puan
114
Okunma
Krem rengi şalının bir kısmıyla yüzünü örtmüş, gözleriyle beni arıyordu. Ayağa kalktığımı görünce eliyle işaret ederek yanına çağırdı. Nefes nefeseydi. Göğsü, taşıdığı ağırlıktan yorulmuş gibi zorlanarak inip kalkıyordu. Torbamı almak için eğildiğinde şalının alt köşesinde belli belirsiz kırmızı bir leke dikkatimi çekti. Pos bıyıklı amcayla ayaküstü fısıldaştıktan sonra elimi sıkıca kavradı, oradan uzaklaştık.
Yolumu dört gözle bekleyen kuzenlerim, hemencecik etrafımı sardılar. Sevgiyle kucaklaştık. Hepsini de çok özlemiştim. Abimlerden daha çok seviyordum onları. Belki de kız çocuğu oldukları içindi, bilmiyorum. Kız kardeşlerdik biz... Bildiğim tek şey, bu evde kendimi daha rahat hissettiğimdi.
Halam, eve gelir gelmez üzerini bile değiştirmeden doğruca mutfağa geçti. Birbiriyle uyumsuz tahta parçalarından yapılmış tezgâhın üzerindeki küçük tüpün altını yaktı. Önceden ayıkladığı hamsi balıklarını, kızdırdığı tavada pişirmeye başladı. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da keyifsiz bir hali vardı. Yol boyunca bir koluyla bana sarılıp şefkatli davransa da gerginliğini hissedebiliyordum. Kızlarına yer sofrasını hazırlamalarını söylerken, kabanını ve yüzünü kapattığı şalını çıkarıyordu. Yanaklarında, burnunda, ağzının kenarında taze yaralar vardı. Belli ki eniştem, halamı tartaklamıştı ve bu yüzden beni otogardan almak için geç kalmıştı.
Sehpa olarak tasarlanmış ama içinde gömme radyosu bulunan eski bir mobilyamız vardı. Üzerindeki danteli kaldırıp radyoyu açtı. Bir taraftan türkü dinlerken bir taraftan da yemekleri hazırlıyordu. Halamı, annemden daha iyi tanıyordum. Yüzündeki derin acıları gözyaşlarıyla temizlerken bize fark ettirmemek için türkünün müziğinden, belki de sözlerinden faydalanacaktı. Ya da daha basiti tezgâhın üzerinde duran kuru soğanlardan yardım isteyecekti. Radyonun sesini biraz yükseltirken bize sobanın üzerindeki çorbayı dibi tutmasın diye karıştırmamızı söyledi.
Sunucu, Yıldıray Çınar adlı sanatçıyı anons etti. “Bölemedim felek ile kozumu,” türküsünü söyleyecekti. Halam, bağlamaya sessiz bir ağlamayla eşlik ederek başını yavaş yavaş sağa sola sallamaya başladı. “Güldürmedi şu cihanda yüzümü,” kısmına gelince kendine hâkim olamayıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
Ona sarılmak için derin bir istek duyuyordum. Yanına yaklaşmaya çalışırken kuzenlerim önüme geçerek beni durdurdular. En büyüğü on dört yaşında olan Hale, eliyle sus işareti yaparak anne ve babasının kavga ettiğini, eniştemin sinirlenip evden gittiğini söyledi. O an aklıma gelen ilk şeyi sordum:
“Benim yüzümden mi?”
Şule, kardeşim ağlıyor diyerek içeri kaçtı. Hale abla yüzüme öylece bakakaldı.
Soruma cevap alamamıştım. Halam ise bütün bu olan bitenin hıncını çıkarırcasına limonu önce tezgahın üstünde sertçe bastırıp yuvarlamış sonra da bıçakla ikiye ayırmıştı. Avucunda tuttuğu yarısını, salatanın üzerinde gezdirirken olanca gücüyle sıktıkça sıkıyordu. “Kızlar, hele şu radyonun kulağını biraz daha büküverin,” dedi. Türküyü dinlerken bir yandan Hamdi enişteme söylenip sarsıla sarsıla ağlıyor bir yandan da çocuklarına talimatlar veriyordu.
“Çalışmıyor pis herif. Kör olasıca! Kazancımı da elimden alıyor. Kızlarım sofra bezini serin hele!.. Utanmadan bir de yüzüme iki buçuk lira fırlatıyor. Canlarım!.. İçeri götürün şu tabakları. Çatal kaşıkları da alın. Hah! Bir hafta idare et diyor bir de. Ah ki ben derdimi kimlere yanam. Boyu devrilesice herif. Şule, ekmekleri dilimledin mi yavrum? Gidişin olsun da dönüşün olmasın inşallahh. Sana mı mecburum ben? Benim arkamda kapı gibi Necati ağabeyim var. Bakarım çoluğuma çocuğuma. Hah! Bunlarda kızardı. Paran bitince geliyorsun eve. Utanmaz... Arlanmaz. Sürahiyi alın da bir daha kalkmayalım. Ben senin para bankan mıyım? Ha! Asiye Bank mı yazıyor benim alnımda? Allah belasını versin senin gibi kocanın. Sofra hazır mı kızlar? Yavrularım, hadi oturalım.”
Köyde kaldığım ilk akşam, yemekten sonra halam yeterince içini boşaltıp sakinleşmiş olacaktı ki bir daha eniştem hakkında ne iyi ne de kötü tek bir söz söylemedi. Benimse cevabını alamadığım soru, beynimi meşgul ediyordu. Benim yüzümden mi kavga etmişlerdi? Yoksa ben halamlardan değil miydim? Yer sofrasında yanıma oturmuştu. Kafamın içi allak bullak olmuşken bir bebek gibi elleriyle besleyip ağzıma tıkıştırdığı yemekleri yutmakta zorlanıyordum. “Ye kızım ye, iyice zayıflamışsın sen!” dedikçe lokmalar boğazımda büyüyordu.
Bu evde bana hiç iş yaptırmak istemiyorlardı. Ben, en küçük kuzenim Jaleyle ilgilenirken, Hale ablayla Şule de sofrayı toplayarak bulaşıkları yıkadılar. Birbirimizin esneyen yüzlerine baktığımızda bugünün herkes için ne kadar yorucu geçtiği anlaşılıyordu. Yüklükten; yün yatak, yorgan, battaniye ve yastıkları el birliğiyle indirdik. Üç kız kardeş, sobanın yakınına serdiğimiz yer yatağında yatmış, uykumuz gelmesine rağmen oradan buradan konuşmaya devam ediyorduk. Muzip muzip battaniyeyi çekiştiriyor, birbirimizin ayaklarını, ayaklarımızla gıdıklayıp şakalaşıp gülüşüyorduk. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, en sonunda uyuyakalmıştık.
EbRuAsya//