6
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
140
Okunma

Dostlarım var. Kardeşe denk. Ararız birbirimizi. Edebiyata, geçmişe, geleceğe, hayata dair saatlerce sohbet ederiz. Dün o dostlardan biri aradı beni. Eskilere gitti çok eskilere. Geçmişi, köyünü anlattı. O kadar güzel, o kadar yürekten o kadar duygulu anlattı ki sizlerle de paylaşmak istedim. Ben aradan çekileyim bir de siz dinleyin O’nu:
Çocukluğumu, o yılları özlüyorum. Çok zordu, meşakkatliydi. Şimdi sahip olduklarımızın birçoğu yoktu. Ama sevgi vardı, saygı vardı. Birlik, beraberlik vardı. Her şey tertemiz, katışıksızdı. Şimdilerde Özdemir Asaf’ın dediği gibi; bütün renkler aynı hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler.
Temmuz, Ağustos aylarında buğdaylar altından renk alırdı. Rüzgârda tarlalar deniz olup dalgalanırdı. Buğdayların hasat zamanı, kör sabahlarda gıcırtılı kağnılarla gidilirdi tarlalara. Erkeklerin omuzlarında tırpanlar, gelinlerin kucaklarında yavrular…
Biçilen ekinlerden anadutla, dirgenle yığınlar yapılırdı. Gelinler yavrularını kundaklar buğday yığınlarının gölgesine yatırırlardı. Ağlardı çocuklar. Ağlamaktan yorgun düşer uyur kalırlardı. Gözlerini sinekler yerdi. Güneş tepede, vücutlar terli, ciğerler yanmış, ağızlar kurumuş, çalışanlar yorgun.
Çam ağacından oyulmuş seneklerden ılımış su içerlerdi göğüslerine döke döke.
Sıra harmana gelirdi. Kağnılarla taşınan başaklı saplar harmana serilir.Bu seferde öküzler atlar düvenlere koşulur, dön ha babam dön. Çocuklar için büyük bir zevkti düven sürmek. Buğdaylar başağından, sapından tamamen ayrılıp som savurma kıvamına gelince at, öküz çözülürdü koşumdan. Köyün çocukları onları güle oynaya pınara sulamaya götürürler, gelince önlerine saman korlardı. Onlar karınlarını doyurup geviş getirirken, harmanın yanına kurulan haymalıkta, az da olsa dinlenme fırsatı bulurlardı.
Akşam yeli ılgıt ılgıt eserken yabalarla çeç savrulur, samanlar ileride öbekleşirken, buğdaylar önlerine yığılırdı. Köylerde herkesin bir harman yeri olurdu. Sapını harmana getirecek atı, öküzü olmayan hiçbir köylünün ekini tarlada kalmazdı. Köylü el ele, sırt sırta verir onların buğdayları da ambarlarına girerdi.
Un, uğra, bulgurluk buğday ayrıldıktan sonra, kalan buğdaylar satılır, harman veresiye alınan paralar, bakkala yazdırılan borçlar ödenirdi.
Yapraklar sararıp henüz sonbahar yüzünü göstermeden üzüm zamanı gelirdi. Köyümüzün üzüm bağları vardı. Yeşermiş bağlar tevekler verir, tevekler salkıma durur salkımlar koruk olurdu. Fazla sürmez koruklar olgunlaşır, üzümler ballanırdı. Köylüler kollarında çıkın, çoluk çocuk bağlara giderlerdi. Ağaç gölgelerinde bulgur pilavı pişirilir, üstüne üzüm yenilirdi. Çocuklar bağlardan tosbağa toplar uzaklara atıp gelirlerdi. Ne zaman nasıl gelirdi bu kadar tosbağa akıl sır ermezdi. Tosbağalar üzümü çok sever, sömürürdü. Bazı yıllar bırakın bağ bozumunda pekmez kaynatmayı, yemeye bile az bulunurdu üzümler.
Öğretmen kızardı tosbağa dememize. Okulda kaplumbağa, köy içinde tosbağa…
Köyümüzün ihtiyarlarından biri Şekir Dayı, diğeri Nezük Ebe. Karı kocaydılar. Aslında Şekir Dayının adı Şakir. Nesük Ebenin adı Nazik’ti Köylüler öyle derdi her nedense.
Nezük ebenin doğumunu yaptırdığı çocuklar büyümüş evlenmişlerdi. Nezük ebe doğumunu yaptırdığı birçok kızın da doğumunu yaptırmıştı.
. Köylü her ikisini de sever sayardı. Ama onlara takılmadan da edemezlerdi. Bir gün Nezük ebeye:
“ Ebe sen tarlada radyodan türkü dinlerken kapatmışsın. Ben gidince evde dinleyeceğim demişsin. Doğru mu?
“Yok, yavrum yok öyle bir şey. Hepsi tevatür. Hem bende radyo ne gezer? Köyümüzde iki radyo var. Biri Köse Kamil’de, diğeri de köyün öğretmeninde.”
Gülüşmüşlerdi.
Babam anlatmıştı:
“ Bir gün kahvede; yine harp çıkacakmış. Genç ihtiyar demeyecekler herkesi askere alacaklarmış sen ne yapacaksın Şekir Dayı?” Dedik. Fırladı ayağa. Sağ elinin işaret parmağını gösterip bağırdı. Hangi düşman gelirse gelsin. Evvel Allah bu parmak sağlam. Daha çok tetiğe basar. Alkışlamıştık onu.”
Babamla üzüm bağına gidip; bulduğumuz ne kadar tosbağa varsa bir çuvala doldurduk. Ağzını bağlayıp haymalığa koyduk. Yazın sıcaklarda babamla haymalıkta yatardık. Evler sıcak olurdu. Uyunmazdı. Birçok köylüde öyle yapardı. Şekir Dayı da öyle. Serin olurdu haymalıklar.
Babam:
“Yarın onları çok uzağa bırakıp geleceğim. Bakalım bir daha bağa gelebilecekler mi? Gelmeye kalksalar bile gelmeleri kim bilir kaç gün sürer. Onlar gelinceye kadar bağdaki üzümler zaten tükenir. Ağızları açık kalır. Yattık. Gecenin bir yarısında uyandırdı beni:
“ Aklıma bir şey geldi. Kalk tut şu çuvalın ucundan. Tosbağaları Şekir Dayının kağnıya götürelim. O çoktan uyumuştur. Her gün erken yatar. Sabah kağnısını koşar. Uyuyarak ekini biçilmiş tarlalardan dökülmüş buğday başaklarını toplar. Yine uyuyarak köye gelir. Nasıl olsa öküzler biliyor yolu. Tokaçla döğdüğü başakları kalburdan eler. Çıkan buğdayları tavuğun, horozun önüne döker ”Buğday nimettir onların da hakkı var” Der. Şekir Dayı sabah kalkınca, sen seyret şenliği…”
Babamın dediğini yaptık. Çuvaldan çıkarttığımız bütün tosbağaları Şekir Dayının kağnısının üstüne bıraktık. Yıldızlar sanki olacakları biliyorlarmış gibi göz kırpıyorlardı bize. Yattık, uyuduk. Şekir Dayının bağırmasıyla uyandık:
“Kalk Mıstavam kalk. Şu başıma gelene bak. Ne bunlar? Nereden geldi bunlar? Kağnıya nasıl çıktılar. Bu kesin Allah’ın işi. Keremine sual sorulmaz ama beni mi buldun koca köyde. Ben bunlara nasıl bakarım. Ne yer ne içer bunlar. Mıstavam bi akıl ver bana. Bir yol göster. Ben ne yaparım, ne ederim?”
Hem bağırıyor hem dizlerine vuruyordu. Biz gülüyorduk. Babam daha fazla dayanamadı:
“Allah’ın böyle işi olmaz Şekir Dayı. Bu benim işim. Ben koydum tosbağaları kağnıya. Ne yapacaksın diye merak ettik. Kızdın mı, küstün mü yoksa bana?”
Geldi sarıldı ikimize de:
Ne kızması, ne küsmesi Mıstavam. Al götür bunları. Ne yaparsan yap.”
Bu olanlar köyde günlerce konuşuldu. Gülündü.
Şekir Dayı, Nezük Ebe öleli yıllar oldu. Köyde tanıdığım kimse kalmadı. Yeni yetmeleri de ben zaten tanımıyorum.
Teşekkürler Dostum. Beni de yıllar öncesine köyüme götürdün.
Ahmet Kutsi TECER’in dediği gibi
Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gezmesek de tozmasa da
O köy bizim köyümüzdür
5.0
100% (4)