5
Yorum
23
Beğeni
0,0
Puan
383
Okunma

Münise teyzenin sessiz defteri...
Bazı kapılar vardır…
Gençken yanından geçer gideriz;
içinde kimlerin solduğunu bilmeden,
hangi nefeslerin duvara çarpa çarpa inceldiğini duymadan.
Ama bir gün gelir,
kendi elimiz o kapıya titreyerek dokunur.
Huzurevlerinin kapıları biraz böyledir işte:
Bir ömrün son durağı değil;
insanın insana yük olduğunu sandığı anların sessiz sığınağıdır.
Münise teyze , bu kapılardan birinin ardında yaşıyor şimdi.
Adı bile eski bir türkünün içinden düşmüş gibi:
Hüzün kokulu, toprağa yakın, eli dua kokan bir kadın adı.
Gençken kimseye boyun eğmeyen o kadın…
Şimdi bastonuna yaslanırken kendi gölgesine bile mahcup.
Öyle yorulmuş ki kalbi;
artık çay kaşığının tınlaması bile onu ürkütüyor.
Bir insanın yaşlılığı bedeniyle başlamıyor zaten. Rahatsız etme korkusu yayıldığında başlıyor.
Evladına yük olma hissi,
insanın içini içten içe kemiren o ince sızı…
Münise bu sızıyla huzurevine girdi.
Girerken kimse görmedi ama ben gördüm:
Kadının omuzlarından bir ömür düştü o gün.
Sanki bütün mahallenin kapısını tek tek kapatmış gibiydi.
Huzurevi odasına ilk girdiğinde duvarlar ona bir yabancı gibi baktı.
Kendini tanıtmak zorunda kalan yaşlılara çok üzülürüm ben…
İnsanın kırışıkları bile özgeçmişi gibiyken adını söylemek mecburiyet olur mu hiç?
Münise teyze yatağına oturdu.
Ellerine baktı uzun uzun.
Ellerinde yılların fotoğrafı vardı:
Bir zamanlar çocuklarının ateşini düşüren,
toprakta yoğrulan hamuru kabartan,
babalarının omuzundan düşen yükü toparlayan o eller…
Şimdi titriyordu.
Titremek yaşlılığın değil,
yalnızlığın işaretidir çoğu zaman.
O gün kendi kendine şöyle dedi:
“Demek ki insan bir gün, kendi evinde misafir olabiliyormuş. Ey haat"
Münise teyze bazen odasının camından dışarı bakıyor. Bahçede kediler dolaşıyor
Kedilerin bile evi var diye içi burkuluyor.
Bir insanın evi dört duvar değil ki…
Bir ses gelir evden, bir nefes, bir sıcaklık.
Huzurevlerinde sandalye sayısı hiç değişmez.
Eksilmez de çoğalmaz da.
İnsan kendi varlığı kadar yer tutar burada.
O yüzden yaşlıların ruhu biraz aşağı doğru sarkar hep,
tavanı tutacak bir çivi arar gibi…
Münise teyze de her akşam saat sekizde
koridordaki sessizliği dinliyor.
O saat huzurevlerinin yas saatidir bilir misiniz?
Duvarlar bile sessizliğe bürünür,
çünkü o saatlerde her yaşlının içindeki “acaba gelirler mi?” sorusu çatlaya çatlaya dolaşır.
Bir gün Münise teyzeye sordum:
“En çok neyi özledin?”
Gülümsedi.
Yaşlılar hep gülümseyerek cevap verir;
acılarını dişlerinin arasına sıkıştırmayı erken öğrenmişlerdir.
“Konuşmayı özledim” dedi.
“Ben konuşmayınca evdekiler rahatlıyordu.
Şimdi burada konuşsam, kim duyacak?”
Konuşulamayan cümleler en büyük hastalıktır.
Tansiyondan, Alzheimer’dan daha ağır…
Ruhu çökerten o suskunluk insanın aklını karartır.
İnsan konuşamadıkça küçülür,
kimse fark etmese bile bir yanından eksilir.
Münise teyzenin hafızası yer yer kararıyor bazen. Gölge düşmüş bir cam gibi.
Ama bazı şeyleri hâlâ tüm berraklığıyla hatırlıyor:
Evlatlarının sesini…
Aynanın karşısında saçını taradığı günleri…
Kocasıyla kavga ederken bile gülümseyen gençliğini…
Hatırlamak bazen delip geçen bir sancıdır.
Ama unutmak…
Unutmak bambaşka bir yalnızlık.
Akşam yemeğinde çorba dağıtılırken
karşı masadaki Hakkı Bey her gün aynı şeyi söylüyor:
“Ben burada kalmayı kabul etmedim.”
Münise içinden cevap veriyor:
“Biz yaşlanırken neyi kabul ettik ki zaten?
Hayat bizi her şeye mecbur bırakmadı mı?”
Yaşlılık biraz da budur:
İnsan kendi hayatının kenarına ilişir,
seyirci olur.
İçinde yılların gürültüsü vardır ama
kimse duymak istemez artık.
Ve insan, en çok sevdiğine yük olduğunu sandığında
kendini sessizce geri çeker.
İşte yaşlılığın esas çöküşü o geri çekilme anında başlar.
Gece çöker huzurevinin üzerine.
Lambalar kısılır.
Kısık lambaların gölgesi bile hüzünlüdür.
Münise teyze yatarken kendi kendine :
“Yaşlılık ölmek değil…
Gözden düşme korkusu der.”
Bu cümle odanın duvarına çarpar,
sonra sessizce yere iner.
Çünkü yaşlıların iç sesi hep aynıdır:
İstemeden yaşarlar,
istemeden susarlar,
ama içten içe bir tek şey beklerler:
Hatırlanmak. Bir telefon,
bir kapı sesi, bir “anne” kelimesi…
Hepsi bir ömrü tamir eder.
Ve Münise teyzenin hikâyesi burada bitmez.
Çünkü o kapıdan içeri giren herkes,
kendi ihtiyarlığını taşır omzunda.
Bugün Münise teyze,
yarın biz…
Yaşlıyı huzurevine düşürmesin Allah…
Daha doğrusu:
Kimseyi, çok sevdiğine yük olduğunu düşündürmesin.
İnsan unutulunca değil,
hatırlanınca yaşar.
Ve vefa,
evladın annesine dönmesinden değil,
insanın insanı hatırlamasından başlar.
“İnsan yaşlanınca gücü azalmaz;
sadece görmezden gelinince eksilir.
Bir ömrü ağırlaştıran yıllar değil,
insanın insana unutuşudur.”
Peri Feride ÖZBİLGE
01.12.2025