7
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
762
Okunma


Bazı insanlar vardır, dillerinden düşürmedikleri “biz” sözcüğüyle adeta bir topluluğun gölgesine sığınır. Onlarla her karşılaştığımda, zihnimde aynı soru yankılanır: Bu insanlar tek bir bedende çoklu kimlikler mi taşır, yoksa bireysel bir benlik inşa etmekten bilinçli bir kaçış mı söz konusudur? Söyledikleri her cümlenin ardında, görünmez bir koro uğuldar; kendi sesleri, o topluluğun yekpare gürültüsünde kaybolup gider, anlaşılmadan silinir. “Biz” dili, kimi zaman aidiyet arayışının, bireyselliğin neredeyse ayıp sayıldığı bir kültürel mirasın izlerini taşır; kimi zaman da bireyin kendine daha geniş, daha zengin bir dünya kurma çabasının yansımasıdır. Bu çoğul ifade, zihnimi sürekli kurcalayan bir muamma olarak kalır.
Bir keresinde, bu üslubu benimseyen birine yarı şaka yarı ciddi, “Siz kaç kişisiniz?” diye sordum. Karşımdaki, sessizliğiyle yanıt verdi; o sessizlik, her şeyi anlatan en yalın ve dürüst cevaptı. Bir başka diyalog ise zihnimdeki hakikati perçinledi. “Merhaba, nasılsın?” soruma, “Biz iyiyiz, asıl sen nasılsın, hiç ortalıkta görünmüyorsun,” yanıtı geldi. Cevap, hem absürt hem de tuhaf bir şekilde düşündürücüydü. Bir insan neden “ortalıkta görünmek” istesin ki? Daha da önemlisi, karşımda tek bir kişi varken yanıt neden “biz” olarak verilmişti? Bireysel bir soruya bireysel bir cevap almak bu denli zor olmamalıydı. Bu kısacık selamlaşma da kişisel gelişimin, kendi olma cesaretinin nasıl gölgede kaldığının hazin bir göstergesiydi.
Böyle insanların kendilerini bir koro gibi ifade edişi, benim “ben” olarak var olma anlayışımla taban tabana zıt. Sanki her birinin içinde farklı seslerin çınladığı bir evren var; ya da benliklerinin etrafına ördükleri bir savunma duvarı. Ne var ki, “biz” diliyle kurulan bu bağların ardında, sandığımızdan çok daha karmaşık bir dünya yatıyor. Yıllardır çevremde bu üslubu kullananları gözlemliyorum ve anlıyorum ki bu dil, yalnızca aidiyetin bir nişanesi değil; aynı zamanda derinde yatan bir egonun, kontrol arzusunun, güvensizliğin incelikle gizlenmiş bir tezahürü.
Oysa gerçek güç ve otorite, bir topluluğa, arkadaş grubuna ya da aileye sığınmakta değil, bireyin kendi benliğini cesurca ortaya koymasında yatar. “Ben” diyebilmek, kişinin düşüncelerine, duygularına ve inançlarına sahip çıkması, bunları başkalarının onayına muhtaç olmadan özgürce yönlendirebilmesidir. Bir topluluğun parçası olmak, ancak o topluluğa özgün bir renk katabildiğimizde anlam kazanır; yoksa kişi, o topluluğun etkisinde silik bir silüete dönüşür.
Öte yandan, “biz” dilini benimseyenlerin, bu çoğul ifadeyle güvensizliklerini, korkularını örtbas etmeye çalıştıklarına da tanık oluyorum. Çoğul söylem, kimi zaman sorumluluktan kaçmanın, başarısızlıkta suç ortakları aramanın veya yetersizlikleri topluluğun arkasına gizlemenin bir aracı olabiliyor. Bireysel kimlikten vazgeçerek, bir tür “baskı” kisvesi altında iradeyi başkalarına teslim etme eylemi. Örneğin, yıllarca bir arada yaşadıkları toplumun dilini öğrenme çabası göstermeyen, hâlâ çevirmene ihtiyaç duyan insanlar tanıyorum. Daha doğrusu, öğrenmeyi tercih etmiyorlar; çünkü kendilerini daima “biz” olarak tanımladıklarından, yalnız kalma ihtimalini hesaba katmıyorlar. Daha da ironik olan, kendilerine tercümanlık yapanlara bile anlam bulmakta geri durmuyorlar.
Kişiliğine ve karakterine güvenen insanlar, öğrenmeye tutkuyla bağlıdır. Başkalarının onayına ihtiyaç duymadan fikirlerini cesaretle savunur, eleştirileri olgunlukla karşılar ve hatalarından ders çıkarmaktan çekinmezler. Özgüvenleri, çevrelerine ilham kaynağı olur; yapay bir otorite kurmak yerine, doğal bir saygı ve takdir uyandırırlar.
Birlik ve beraberliğin, “biz” olabilmenin değeri elbette tartışılamaz. Ancak gerçek bir “biz”in temeli, her bireyin öncelikle güçlü ve bağımsız bir “ben”e sahip olmasıyla atılır. Aksi takdirde toplum, birbirine benzeyen silüetlerin oluşturduğu ruhsuz, yaratıcılıktan yoksun bir kalabalığa dönüşme riski taşır. Sağlıklı bir “biz”in özünde, özgün ve sağlam “ben”ler bulunur. Özüne mahsus kimliğimizi desteklemek, sesimizi bulmak ve bu sesi gururla yükseltmek, sadece bireysel hayatlarımızı değil, tüm toplumsal bağları ve bütünü dönüştürme gücüne sahiptir.
Kim bilir, belki bir gün kendi sesini yitirmişlerin korosu, her bir üyenin kendi melodisini keşfetmesiyle çözülür. İşte o an, gerçek uyum, özgün seslerin birleşiminden doğan görkemli bir senfoni gibi toplumumuza yansır.
/ yüRekTen
İZLER, Eylül 2025