6
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
827
Okunma
Akşam olmak üzereydi... Verandanın çitlerine yaslanmış gün batımına eflâtun şarkılar söylüyordu leylak ağacı. Rüzgâr estikçe rayihasını cömertçe sokağa dağıtan kadife tenli, çıtı pıtı çiçekler, güneşin son ferinin üzerlerinde oluşturduğu pırıltılarla, önce havada toplu halde pike yapan ardından teker teker çalılıklara tüneyen sarı gagalı sığırcıklara göz kırpıyordu.
Her şey yolunda gibi görünürken içini inceden inceye bir ürperti kapladı. Serinlik sırtında arsızca gezinmeye başlayınca hırkasını omuzlarına attı. Dışarıda biraz daha otursundu, bu can-ı bahar akşamında hemen eve girmek istemiyordu. Ne de olsa Kuzey Kutup Dairesi upuzun bir kıştan çıkmıştı. İşte, “.. haziran çaldı kapıları yemyeşil entarisiyle / mihman oldu tüm kış yüzlü evlere…” diye düşünürken sol tarafını kadim bir ağrı tam dört defa yokladı…. Elindeki fincanı sakince masanın üzerine bırakarak ciğerlerinin dibinde derin bir nefes almaya çalıştı. Başaramadı, göğsü acıdı.
“.. ne anlar acılardan / güzel haziran
ne anlar güzel bahar!”
Oturma odasından sesler geliyordu. Radyonun açık olduğunu hatırladı. İsteksizce kalktı hasır koltuktan. Veranda kapısının iki basamaklı, ahşap eşiğinden atlayarak içeri geçiverdi.
Yağmur yağıyordu içeriye radyodan. Uzaklarda bir yerlerde göç kervanlarının ayak sesleri, kırık sepya fotoğraflar, anılar damlıyordu odaya.
Birden babaannesiyle birlikte geçirdiği zamanlar zihnini kuşatmaya başladı. Yaz akşamlarında, açık mavi boyası yer yer dökülmüş eski karyolada onunla yan yana tasasız, huzurla uyuduğu geceleri düşündü. Babaannesi her akşam yatağa uzanmadan evvel kitaplarından birini eline alır, uzun sırtı el oyması işçilikle süslü, minderi kadife kumaşla kaplı sallanan sandalyesine otururdu. Yılların rengini ağartıp kahverengiden kül sarısına çevirdiği o yorgun sandalyede neredeyse bir saat boyunca okuduğu kitabın içinde kaybolurdu. Kadın kitabı raftan indirirken o, karyolaya gözünü diker, her sabah itinayla kabartılmış kocaman, beyaz bir bulutu andıran yün yatağın tam ortasına kurbağa çevikliğiyle atlardı. Birkaç zıplamadan sonra yatağın havasını indirmek onun için dünyanın en eğlenceli oyunuydu! Eski karyolanın gıcırtılı sesleri eşliğinde türlü türlü maskaralıklar yaparak ve sorular sorarak yaşlı kadının dikkatini çekmeye çalışırdı ama nafile, asla bir cevap alamazdı.
Kadın, okuması bittiğinde torunuyla ilgilenecek ve bu gece uyumadan önce ona ‘Fesleğenci Kız’ın masalını anlatacaktı. Kehribar renkli, parlak şekerleme ambalajını ikiye katlayarak yaptığı kitap ayracını elli üçüncü sayfaya yerleştirdi ve kitabı kapattı. Boşluğa bir nefes üfleyerek yavaşça doğruldu. Aliş’i göçtüğünden bu yana tutunacak kimsesi olmadığını düşünürdü hep. Bu nedenle bir tek ağzından çıkanlara tutunabiliyordu. Epeydir kimseyle uzun uzadıya konuşup geçmişi ve hatıralarını anlatmıyor, anlatmak istemiyordu. İyiydi böyle… Sükût edince uyuşuyor, en azından kulakları, ikindi vâkti bir ceviz ağacının gölgesinde söylenen gurbet türkülerini duymuyordu.
Sol göz çukurunda mayalanan bir çiy tanesi ve uzaklarda bir masalın “bir varmış bir yokmuş,” cümlesini hatırlayarak yavaşça torununun yanına uzandı.
Yaşlı kadının dudakları hâlâ kıpırdarken, çocuğun gözleri yavaş yavaş kapanmaya ve hafızası pencere aralığından içeri süzülen baygın leylak kokusuyla, tatlı bir rüyaya doğru sürüklenmeye başladı;
— gözlerim göç yüreğim nehir içinden b/akıyor —
fikrimin uzandığı sisli haritada
gözlerime dokunan tarihle
dingin bir nehre akıyor içli sözleri
ve
taş döşemeli dar sokaklardan geçiyor gölgeler
unutamadığım
çocukluk yüzümle b/akıyorum aynalara
ince sazlarla çalınan Balkan türküleriyle siliniyor kulağımın pası
geçmişi kucaklayıp oturuyorum Tuna kıyılarına
ki- öyle böyle bir hasret değil bu
içimde kocaman bir ben yaşatıyor bana
ninemin dudak kıvrımlarında oynaşıyor içli nağmeler
hüznünü sakladığı çizgilerde ufalanıyor şiirler
sessizce gülümsüyor ellerindeki fotoğraf
usulca odaların birine gizleniyor anılar
gece- yorgun ve uslu çocuk edasıyla
diz çöküyor Şar dağlarının eteklerine
gökte yıldız kaç padişahoğlu?
söze başlıyor bahçelerde fesleğenci güzeli
yapraklarında esrarengiz kokusu
karnında sayıyor pastirinkaların sabırsızlığını
masallar doğuruyor sabahın ak tenine
parmak uçlarında pekmezli hatıralar karıştırdıkça Ohrid’e
yeşil gözlü- al yanaklı çocukların
kahkahaları serinliyor şen sularda
göç kervanlarının içinden akıyor kederli Vardar nehri
kına kokulu hasretler uzuyor taze gelinlerin saçlarında
yüzleri Yahya Kemal
yüreği Mehmet Âkif’li dizeler dağılıyor etrafa
hepsini toplayıp okuyoruz dilden dile
Balkanı geziyor sesler
nineler adım adım göç büyütüyor evlerinde
dedelerin hafızalarında ezan sesi
tek tek-
terk ediliyor evlâd-ı Fatihan diyarları
masmavi gözlerin göğünden yağan yağmurlarla ıslanırken Silistre
vatan topraklarında şiir kokan tohumlar filizleniyor
eski dünler- yeni günlere ekilirken
gözlerim yorgun göç sürgünü buzullarda ey koca Nâzım
yüreğim nicedir akar
nehirden sözlerle.
/ yüRekTen
Femtrak 4. Sayı
Ph. r.t.