2
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
326
Okunma

______
“Lozan, tapumuzdur.” Mustafa Kemal Atatürk
“Montrö, o tapunun kilididir.” Tarihin vicdanı
Cumhuriyetin temelleri, sadece savaş meydanlarında değil, diplomasi masalarında da atıldı.
Her cephede can veren Mehmetçik, düşmanı kovarken;
masa başında başka bir savaş başladı:
Vatanın bütünlüğünü, egemenliğini, geleceğini teminat altına almak…
Bu savaşın iki büyük zafer belgesidir: Lozan Antlaşması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi.
Lozan: Anadolu’nun Tapusu
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması,
Osmanlı’nın “hasta adam” olarak dayatıldığı tüm zincirleri paramparça etti.
Sevr gibi bir zillet belgesine karşı,
tüm dünya devletlerinin önünde “Bu topraklar bizimdir” denilen kutsal bir mühürdü.
Sınırlar çizildi, kapitülasyonlar kaldırıldı,
Türk milletinin esaret zinciri resmen ve hukuken kırıldı.
Atatürk’ün “tapumuzdur” dediği Lozan,
sadece sınırları değil;
bir milletin bağımsız yaşama hakkını tescilledi.
Ama bir konu eksik bırakıldı:
Boğazlar.
Boğazlar: Egemenliğin Kalbi
Lozan, büyük bir başarıydı.
Ancak Boğazlar üzerindeki tam egemenlik, o gün için alınamamıştı.
Çanakkale ve İstanbul Boğazları, uluslararası bir komisyonun denetimine bırakıldı.
Türkiye, kendi toprakları üzerinde asker bile bulunduramıyordu.
Bu, tam bağımsızlık ruhuna aykırıydı.
Türk devleti sessizce, akılla, sabırla bekledi.
Ve 1936’ya gelindiğinde dünya değişmişti:
Almanya silahlanıyor, savaş bulutları yeniden toplanıyordu.
Türkiye, bu tarihi fırsatı gördü ve harekete geçti.
Montrö Sözleşmesi: Sigortayı Takmak
20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.
Türkiye, diplomasi dehasıyla o güne kadar elinden alınan Boğazlar üzerindeki tam egemenliği geri aldı.
Bu ne demekti?
Boğazlardan geçecek savaş gemilerinin denetimi artık Türkiye’nin yetkisindeydi.
Barış döneminde Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin gemileri geçebilir, ama tonaj sınırıyla.
Savaş zamanında Türkiye tarafsızsa, Boğazları kapatma hakkına sahipti.
Türkiye savaşa tarafsa ya da kendini tehdit altında görüyorsa, Boğazları tamamen kapatabiliyordu.
Yani Montrö, bir deniz geçiş sözleşmesi değil;
bir egemenlik beyannamesiydi.
Boğazlar, Türkiye’nin mührüyle açılıp kapanacak hâle gelmişti.
Bugün Montrö Neden Hâlâ Hayati?
Bugün dünya yine yangın yeri.
Karadeniz’de güç dengeleri, savaş ve strateji iç içe.
Ukrayna-Rusya savaşı, NATO’nun varlığı, ABD’nin Karadeniz’e inme arzusu…
Bütün bu denklemlerde Montrö, Türkiye’ye dengeleyici güç olma hakkı tanıyor.
Eğer Montrö olmasaydı:
Türkiye savaşta olmasa bile, dev savaş gemileri Boğazlardan fütursuzca geçebilirdi.
Karadeniz, bir güç çatışması arenası haline gelir, Türkiye’nin güvenliği tehdit altına girerdi.
Türkiye, tarafsız kalma lüksünü yitirir; büyük bedeller ödemek zorunda kalabilirdi.
Ama Montrö sayesinde:
Türkiye, masada ağırlığı olan, denizlerin giriş kapısını tutan ülke konumunda.
Tarihten Aldığımız Ders Ne?
Montrö, basit bir geçiş sözleşmesi değil;
Türkiye’nin jeopolitik haklarını koruyan bir kaledir.
Onu tartışmaya açmak, kapıyı açık bırakmak gibidir.
Bir milletin tapusunu sorgulamak ne kadar tehlikeliyse,
sigortasını yırtmak da o kadar tehlikelidir.
Atatürk’ün ileri görüşlülüğü,
İsmet İnönü’nün diplomasi zekâsı,
bu milletin evlatlarının canı ve kanıyla elde ettiği haklar…
Hepsi Montrö’de vücut bulmuştur.
Son Sözüm
Tarih, sayfalarında çok antlaşma gördü.
Ama bazıları vardır ki milletlerin kaderini belirler.
Lozan bir kuruluştur, Montrö bir koruyucudur.
Biri tapuysa, diğeri kilittir.
Ve ikisi de ancak birlikte anlam kazanır.
Bu milletin egemenliği, ne pazarlığa açıktır,
ne de hafife alınmaya.
Montrö kalacak.
Çünkü Türkiye, kendi geleceğine kendisi karar verecek.
Peri Feride ÖZBİLGE
25 05.2025