9
Yorum
41
Beğeni
5,0
Puan
599
Okunma

İnsanlık, zamanı çoğunlukla bir nehir gibi düşünür: Kaynağından doğar, akar ve sonunda bir denize dökülerek biter. Bu metafor, gündelik bilincimizin derinliklerine işlemiş bir zaman tasavvurudur. Geçmiş, şimdi ve gelecek; başı sonu belli bir çizgi. Saatler, takvimler, tarihler; her şey bu çizgisel düzenin emrindedir. Fakat bu anlayış, acaba ne kadar gerçektir? Ve eğer yanılsamaysa, bu yanılsamanın bize bedeli nedir?
İnsan, zamanın içinden geçmiyor olabilir; belki de zaman, insanın içinden geçiyordur.
I. Doğrusal Zaman: Modern Bilincin Biçimlendirdiği Kafes
Doğrusal zaman fikri, büyük ölçüde modern akılcı düşüncenin ve tek tanrılı dinlerin tarih anlayışıyla şekillenmiştir. Tek bir yaratılış anı, tek bir son, ve bu ikisi arasında düz bir çizgide ilerleyen bir hayat. Bu anlatı; tarihsel, etik ve varoluşsal olarak insanı bir tür hikâyeye dahil eder: doğar, gelişir, günah işler ya da iyi işler, ölür, yargılanır. Bu lineer zaman, bir düzen ve yön tayin eder ve biz bu düzlemi "gerçeklik" olarak benimseriz. Ama bu, yalnızca bir algıdır.
Fiziksel düzlemde zamanın mutlak olmadığı, Einstein’ın Görelilik Kuramı ile ispatlandı. Uzay-zaman dokusu eğilip bükülebilir. Hız ve kütle arttıkça zaman genişler ya da daralır. Bu, zamanın tekil ve evrensel bir mutlak değil, göreli ve değişken bir boyut olduğunu gösterdi. Yani zamanın akışı, sabit değildir; yalnızca insan zihninin düzenleme ihtiyacına uyan bir kurgudur.
II. Dairesel Zaman: Tasavvufun Kozmik Vizyonu
Oysa bazı uygarlıklar ve düşünce sistemleri, zamanı hiçbir zaman çizgisel görmemiştir. Özellikle tasavvuf felsefesinde, zamanı çember olarak algılamak esaslıdır. İbn Arabi, zamanı doğrusal değil, dairesel bir hakikat olarak görür. Her şey hem olur, hem olmuştur. Başlangıç ile son, aynı merkeze bağlı iki kıvrımdır.
Bu görüş, sadece bir mistik inanç değil; aynı zamanda varlıkla ilgili daha derin bir ontolojik sezgiyi temsil eder:
Muhyiddin İbn Arabi ’nin bu konu hakkında “Başlangıç, sondadır; çünkü asıl dönüş oradadır. Dönüş ise ezelden ebede değil, ebedî bir an’a doğrudur.” şeklinde düşündüğünü yorumlayabiliyoruz.
Bu bakışta zaman, anların ard arda dizildiği bir koridor değil; anların iç içe geçtiği bir sonsuzluk halkasıdır. Ve insan, bu halkada bir merkez değil, bir dalgalanmadır.
III. Çağdaş Kozmoloji: Zamanın Blok Evren Modeli
Modern fiziğin bazı yorumları da bu görüşleri destekler niteliktedir. “Blok evren” (block universe) teorisine göre, geçmiş, şimdi ve gelecek; hepsi aynı anda vardır. Biz yalnızca belirli bir kesitteyiz. Bu modelde zaman, bir film şeridi gibidir; tüm kareler aynı anda mevcuttur ama biz, tek bir karede var olduğumuzu sanırız.
Bu teoriyle, İbn Arabi’nin mistik sezgisi ilginç bir şekilde çağdaş fiziksel ontolojiyle kesişir. Fark şudur: biri kalbe, diğeri denklem dizilerine dayanır. Ama sonuç benzerdir:
"Şimdi" özel bir an değildir. O yalnızca bizim bulunduğumuz pencerenin adıdır.
IV. Zamansızlığın Ontolojisi: Heidegger ve “Zamanın Unutuluşu”
Martin Heidegger, modern felsefeyi “zamanı unutmuş” olmakla suçlar. Ona göre biz varlığı hep “şey” olarak kavrarız, ama asıl unutulan “olmak”tır. Ve "olmak", ancak zamanla birlikte düşünülebilir. Heidegger’in Dasein (orada-oluş) kavramı, insanın hem zamanı deneyimleyen hem de zamanı var eden bir varlık olduğunu söyler.
Bu da bizi şu soruya getirir:
Eğer zaman çizgisel değilse, insanın kimliği de çizgisel midir?
Cevap hayırdır. Kimlik de bir çemberdir. İnsan, sadece geçmişinden değil; olası geleceklerinden, yaşanmamış ihtimallerinden, hatta başkalarının zamanlarından da örülüdür.
V. Zamanın Ontolojik Bedeli: Bir Yanılsamanın İçinde Olmak
Zamanı çizgisel algılamak bize güven verir. Olan biteni sıraya koymak, sebep-sonuç zinciriyle anlam üretmek insan zihni için konforludur. Fakat bu düzenin kendisi bir illüzyonsa? Eğer zaman bir yanılsamaysa, biz aslında hiçbir zaman “şimdi”de değilsek ? Ya her şey zaten çoktan olup bittiyse ?
O hâlde ne yapmalı?
Şu olabilir:
Zamanı “yaşamak” yerine, onu “dinlemeyi” denemeliyiz.
Çünkü zaman, akmaz. Zaman konuşur.
Ama sadece kendi dilinden.
Ve o dilde, çizgi değil, döngü vardır.
An değil, yankı.
Önce değil, iç içelik.
Ve biz bu yankılar arasında, belki de çoktan olup bitmiş bir hayatın içinden geçerken, hâlâ yaşadığımızı sanıyoruz.
Zamanın İçinde Değil, Zamanla Birlikte Var Olmak
Zaman, üzerinde yürüdüğümüz bir yol değil; bizimle birlikte nefes alan bir bilinçtir. Ve bu bilincin doğası çizgisel değildir. O halde belki de en özgür hâlimiz, zamanı olduğu gibi değil, olmadığı gibi düşünmeye başladığımızda ortaya çıkar.
Çünkü bazen hakikatin kapısı mantığın değil, zamansızlığın tokmağında çalar.
5.0
100% (10)